Kendi memleketim Malatya yaklaşık 1970'li yılların sonuna kadar Doğu Anadolu'da  aydınlık yüzünü koruyan ve aydınlık insanları içinde barındıran bir kentti.

Kökleri gerçek Selçuklu Türklerine dayanan bir yoğunluk ağırlıktaydı orada.

Lozan'ın intikamını almak isteyen hain dış güçlerin planladığı ve içimizdekilerin de yaşama geçirdiği ''12 Eylül Darbesinin'' içeriğinde hazırlanmış olan ''Türk İslam Sentezinin'' hemen bu darbeden sonra planlanması gerekiyordu.

Planın devreye girmesiyle kısa sürede doğu ve güney doğuda daha etkili olmak üzere din bazlık, gericilik ve ağır bir muhafazakarlık getirildi o bölgelere.

Bu özellikler daha sonra iç Anadolu'ya, Marmara'ya ve yurdumuzun bir çok yöresine kadar da uzanacaktı.

Memleketim Malatya'da aydın, cumhuriyetçi ve ulusalcı ortam, ekonomik ve kültürel açıdan da kuraklaşmaya  başlayınca ya da ağır yobazlık etkisini gösterince köklü ve gerçek yerlisi olanların  büyük bölümü yavaş yavaş kenti terk etti.

Bir zamanlar Cumhuriyetin aydın, donanımlı kesimine verilen oylar, orada şimdi ya dinci ya tarikatçı ya da etnikçi olanlara veriliyor.

Ülkede siyaseti, demokrasi adına yok eden ve demokrasi olmaktan çıkaran da bu durumdan başka ne olabilir?

Demokrasi buralarda tam anlamıyla çalışmadığı, şu tarikat, bu tarikat kapaklanması kırılmadığı ve din için değil menfaati için bir kısım seçmen de bu kalıpların içinde yer aldığından farklı oylar  Malatya'da  ve  benzer kentlerde alınamıyor. Sonuç olarak oralarda değişim olamıyor.

Dış güçlerin Müslüman ülkelerdeki en büyük yıkım planı: ''Dini günlük yaşamda sürekli kullanır hale getirip o toplumu narkoz altında tutmaktır.'' Plan gereği narkoz verme devam etmektedir...

Görünen o ki, Türkiye'de 1950 yılında seçimi kazanan parti tarafından özellikle başlatılan dine dayalı büyük yıkım planı uygulaması,  bir ileri bir geri adımlarla ilerletilip bu günlere taşınmış durumda.