İnsanlık ailesinin saygın bir üyesi olmanın en önemli özelliklerinden biri de iktidarların seçimle gelip gitmesidir. Bunun gelenekleştiği, sıradanlaştığı ve kurumlaştığı ülkeler refah ve barış içerisinde yaşayabiliyorlar. Demokrasi karnı tok, sırtı pek toplumların işi, üretime ve ihracata dayalı ekonomik yapılarda, seküler/laik, kentli ve ulus-devletlerde gelişebiliyor. 

Cumhuriyetin kurucu babalarının ideali demokrasiydi. Atatürk, dünyadaki ve ülkedeki koşulların olumsuzluğuna rağmen iki kez çok partili rejim denemesine girişti. Başarısız olsa da idealinden vazgeçmedi. Bağımsız milletvekilliği, Müstakil Grup, okullarda okutulan Medeni Bilgiler kitabında demokrasiyi anlatmak da demokratik altyapıyı hazırlamaya yönelikti. Atatürk’ün hayalini gerçekleştiren İnönü oldu. İkinci Dünya Savaşı biter bitmez çok partili rejim denemesine girişti. Bu dünya konjonktürünün uygunluk sağlamasıyla mümkün olsa da, daha çok iç dinamiklerin ve kurucu kültürün ürünüydü. Aslında İnönü’nün biraz acelesi de vardı. Sağlığında demokrasinin gelişip yerleştiğini görmek, olası sorunlarda müdahale ederek sorunları çözmek istiyordu. Bu bir nevi çocuğunun büyüyüp kendi ayaklarının üzerinde durmasını istemek gibi bir şeydi. 

1946 seçimleri tarihimizin ilk tek dereceli seçimiydi. YSK’nın olmadığı, seçimlerin hakim teminatında yapılmadığı bir dönemin ürünüydü ve mülki idarenin yönetimindeki seçimler yolsuzlukla sonuçlandı. Baskın seçim olması nedeniyle muhalefetin yeterince örgütlenme imkanı olmamıştı ve seçim yolsuzluğu olmasa da seçimleri kazanma imkanı yoktu. 1946 seçim yolsuzluğu tarihte yerini aldı. Tıpkı 1912 ve 1957 seçimleri gibi… Her üç yolsuzluk da gösterdiği üzere seçim yolsuzluğunu gücü/iktidarı elinde bulunduranlar yaptı. 1957 seçimlerinde DP, 1946 seçimlerine gönderme yaparak şöyle bir afiş hazırlamıştı:

 

Ancak 1946 seçim yolsuzluğundan şikayet eden DP, 1957’de –üstelik YSK sonrasında- benzer bir yolsuzluğa imza atmıştı. 

1950 seçimlerini ve bugüne kadar yapılan seçimleri büyük ölçüde dürüstlükle yapılmasını sağlayan Seçim Kanunu’nu 1950 seçimleri öncesinde çıkaran CHP oldu. Bunu CHP, muhalefet partisi DP ile uzlaşarak yaptı. Yüksek Seçim kurulu kuruldu, seçimleri hakimlerin yönetmesi sağlandı… O uzlaşmayı izleyen günlerde (19 Şubat 1950, Hürriyet) yayınlanan bir karikatür durumu şöyle gösteriyordu:

Horoz olarak çizilen muhalefet partisi lideri Celal Bayar, tavuk olarak çizilen dönemin başbakanı Şemsettin Günaltay… Bugün böyle bir karikatürü hayal edebilir miyiz?

27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde Vatan Cephesi uygulamasının ardından Tahkikat Komisyonu uygulamasıyla ülkede tansiyon iyice tırmanınca Menderes’e yakınlığı ile bilinen Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Menderes’e Tahkikat Komisyonu’nun kaldırılmasını, başbakanlıktan ayrılmasını, ılımlı bir hükümet kurulmasını, hükümete muhalefetten de temsilcilerin alınmasını ve erken seçim kararı alınmasını önermişti. Uygulansaydı muhtemelen Türkiye’nin kaderi bambaşka olurdu. Atatürk’ün izlediği politika neticesinde 1960’a kadar siyasetin dışında bulunan ordu siyasete müdahale etmez, askeri darbe geleneğinin önü açılmazdı. Siyasal çatışma/cepheleşme ve anti demokratik yöntemler hem iktidarlara hem de ülkeye ve demokrasiye ciddi zararlar veriyor. 

27 Mayıs sonrasında başbakan olan İnönü, Talat Aydemir’in iki darbe girişimini (1962, 1963) bastırmış, süreç Aydemir’in idamıyla sonuçlanmıştı. Partisini darbe ve cunta tartışmalarının dışında tutmaya çalışan İnönü, değişen ülke ve dünya koşulları nedeniyle ortanın solu politikasına yöneldi. Bu politikanın temel özellikleri şunlardı:

·        Halka dayanmak, güvenmek,

·        Demokrasiyi tüm yönleriyle benimsemek,

·        Cunta ve darbelerin karşısında olmak,

·        Ezilenlerden, çalışanlardan, emekçilerden yana olmak.

Üzerinden 50 yılı aşkın bir süre geçse de özellikler bugün geçerliliğini korumaktadır. Nitekim 1970’li yıllarda Ecevit de CHP genel başkanı olarak aynı politikayı sürdürmüş ve demokrasinin vazgeçilmez ögesi olarak sandığı görmüştür. Devrimci/İhtilalci sosyalizm söylemlerinin tırmandığı, Dev-Yol’un “Tek Yol Devrim” dediği günlerde, 1977 seçimleri öncesinde “Tek Yol OY” demişti:  

Uzun sözün kısası ister sağda ister solda “demokrasi” ve “sandık” dışı yollarda tevessül etme eğilimlerini tıkamak, onlara prim vermemek gerekir. “Tek Yol POPÜLİZM” diyenlere yeniden “Tek Yol OY” deme zamanıdır. Sandık ve Oy dışı yollara yönelmek Türkiye için cidden beka sorunu yaratacaktır. İktidar ve YSK için itibar kaybını telafi etmenin yolu seçimleri en ufak bir şüpheye yer bırakmayacak dürüstlükle yapmaktır. CHP’ye ve İmamoğlu’na düşen ise kararlılık ve sükunettir; psikolojik üstünlük İmamoğlu’ndadır.