İnsan olarak biliriz ki bilim en güçlü ışıktır ve en büyük güçtür. Günümüzde bilimin ulaştığı seviyeden öğreniyoruz ki hidrojen enerjisi, yüce yaratıcının, tabiat vasıtasıyla bize verdiği en güzel nimetlerden biridir. Hayatın kendisi gibi bulunmaz bir nimettir. Bu nimet, sudan üretiliyor, sera gazları yaymıyor, asit yağmurlarına sebep olmuyor, Dünyamızın başına bela, kara delik yaratan ozon tabakasını delen maddeler, üretmiyor.
 
Üretilip kullanıldıkça, tüketildikçe kendini yeniden üreten bir enerji yani yenilenebilir enerji, kullanıldığında havaya sadece su ve buhar salıyor, o da tekrar suya dönüşüp tekrar hidrojen üretimine hazır bir hale geliyor. Hani yap, boz tekrar yap oyunu gibi. Kısacası hidrojen hiç tükenmeyecek ölümsüz bir enerji. Tıpkı Yüce Yaratıcı’nın rahmeti gibi sonsuz ve bereketli.
 
Ülkemizin, hidrojen enerjisi bakımından deyim yerindeyse en güçlü ülke olduğunu bu işin uzmanları biliyor. Ve korkmadan konuşanlar da Karadeniz’in 60-70 metre derinliklerinde bol miktarda Hidrojen sülfür’ün bulunduğunu söylüyorlar.
 
Hidrojenin depolanmasında en önemli madde olan Bor madeninin de ana yurdu Anadolu. Yüce yaratıcının tabiat vasıtası ile bize bu cömert lütfunu değerlendirmediğimizi düşünenlerdenim. Ve bundan da coğrafyasını, ülkesini ve insanlarını seven her kişi gibi üzüntü duyuyor ve kederleniyorum.
 
Geçtiğimiz yıllar içerisinde ülkemizde açılan birkaç Bor Enstitüsü’nün ne hikmetse çalıştırılmadığı, bir süre sonra da hiç açıklama yapılmadan sessizce kapatıldığı sosyal medyada sürekli yazılıp çiziliyor. Bunlar elem ve ıstırap verici acı haberler. Bunu kim, kimler; nasıl ve neden yapıyor? Acaba birileri dünya bor rezervinin tek başına %70 inden fazlasına sahip bulunan Ülkemizin bu madenden yararlanmasını, topyekün kalkınmasını, insanının huzur ve refahını mı istemiyor; yoksa bu çok değerli madenin başka ülkelerin hesabına ve yararına işlemesi ve işletilmesi için birtakım hazırlıklar mı yapıyor ve bunun için mi gündemimiz sürekli iç karışıklıklar ile meşgul ediliyor.
 
Türkiye, Dünyadaki birçok ülke gibi içinde ve sınırlarında sorunları olan bir ülke; ama bu sorunlar çözülüp bitirilmeyecek cinsten değil. Ancak ülkemiz dünyadaki mevcut ülkelerin çoğundan daha büyük ve yetişmiş insan gücü ve imkanları olan bir ülkedir. Sınırlarının dörtte üçüne yakın kısmı denizlerle çevrili ve bu denizleri yeryüzünün bütün sularına açılan; akarsularıysa denizlerine bağlanabilen bir ülkedir. Ama her ne hikmetse biraz belimizi doğrultmaya koyulmak için projeler ürettiğimiz zaman hangi hükümet başta olursa olsun hiç fark etmez, bakıyorsunuz aynı anda anlamsız
 
eylemler, çeşitli protesto yürüyüşleri, kamuda grevler veya Kürt ve mezhep çatışmaları gibi problemler önümüze konuluyor. Ülke olarak sahip olduğumuz sınırsız imkanlarımızı asla konuşmuyor konuşamıyoruz. Bu sorunlarımızı da kendimizin değil dışarıdan birilerinin çözebileceği bilinci sürekli şırınga ediliyor. Tıpkı kerameti kendinden makbul Kemal Derviş örneği gibi; ama unutulan ve gözden kaçırılan; bugün ülkemizde dünyanın bütün şirketlerinde çalışabilecek ve tepe yöneticisi olabilecek bir milyonun üzerinde mükemmel yetişmiş beynimiz olduğu.
 
Mevcut tüm problemlerimizin tarafımızdan çözülmesi için öncelikle israfa son verip kendi yağımızla kavrulur hale gelmeliyiz ve aynı anda iki basit işlemi yapmalıyız.
 
1-Türkiye, Türkiye’den yönetilmelidir. Bunun bilgi birikimi ve deneyimine sahibiz.
 
2-Türkiye, zincirlerini koparıp atarak özgür bir ülke olmalıdır. İslam ve Türk dünyası bize her konuda yeter de artar bile. Kısacası biz kendi kendimize yeteriz.
 
Ama bu işlem için çekilecek çileleri göğüslemeye topyekün hazır olmalıyız. Bu çile ve ıstırap birbirimize inanarak birbirimizi ötekileştirmeden kısacası birbirimizi koşulsuz severek kolayca atlatılır. Bunun örneği tarihte kaç kez yaşandı. Gerisi vız gelir tırıs gider. Bedel ödemeden özgür olunamaz; özgür olmadan da mutlu ve saygın olunamaz.
 
Artık çağı yakalayan siyasal partilerimizin programlarında hidrojen enerjisine yer verilmeye başlanmış olması memnuniyet ve mutluluk vericidir. Ama bu projelerin kağıt üzerinde kalmaması gerekir. Vekillerimizin parti gözetmeksizin ve koşulsuz olarak ,hidrojen ile ilgili projelerin, bir an önce hayata geçmesi için karar alıp uygulaması gerektiğine inananlardanım.
 
Bu projelerin doğanın tahrip ve telef edilmesine karşı mücadeleyle birlikte yürütülmesi için Tema, Ege Orman Vakfı ve benzeri kuruluşların da işin içinde olmasının işlerlik kazandırması açısından çok büyük önem taşıdığına inananlardanım.
 
Küresel felaketlerin, yıkımların ve ısınmanın yarattığı tehdit, bugün artık uluslar arası terör tehdidinden bile daha ürkütücü, korkutucu hale gelmiştir. İnsanoğlunun bu büyük tehdit karşısında bugün için daha dikkatli olduğu ve gereken önlemleri aldığını söyleyebilecek durumda değiliz.
 
Kendilerini süper güç diye lanse edenlerin doymak ve durmak bilmeyen tutkuları, doğanın ve uzayımızın kirletilmesi pahasına maalesef hala sürüyor, Görünüşe göre de daha uzun zaman sürecek.
 
Küresel ısınma tehdidine karşı mücadelede en önemli vasıtalardan biri, hatta birincisi Hidrojen enerjisinin hayatımızın her yerinde kullanılmasıdır. Hidrojen enerjisi dünyanın ve insanoğlunun bugününün ve yarınının yani geleceğinin güvencesidir.
 
Hidrojen enerjisi konusunun dünya bazındaki uzmanlarından ve bu işin öncü bilim adamlarından biri olan Miami Üniversitesi Enerji Sistemleri Bölümü Öğretim Üyesi
 
Profesör Doktor Nejat Veziroğlu, Türkiye’nin Hidrojen enerjisinde merkez ülke olabileceğini ve istemeden içine itildiği ayrıca hiç de hak etmediği borç batağından hidrojen enerjisine geçip elindeki dövizleri dışarı akıtmadan kurtularak çıkabileceğini ‘Biz duyalım diye’ bağırarak anlatıyor.
 
Sn.Veziroğlu, uluslararası para spekülatörlerinin Malezya’dan sonra batırılacak ülke olarak Türkiye’yi seçtiklerini, IMF ve Dünya Bankası memurlarının da bu para babalarına yardımcı olduklarını söylüyor. Sn.Veziroğlu ayrıca Türkiye içinden de bazı iş adamlarının bu çabalara açık ve örtülü destek verdiğinin altını çiziyor.
 
Nobel barış ödülüne aday gösterilen müthiş Türk lakaplı Prof.Dr. Nejat Veziroğlu 30 Aralık 2011 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan söyleşisinde şu noktaların altını önemle çiziyor:
 
“Hidrojen enerjisi” fikrini ortaya attığımız zaman bize ‘Hidrojen romantiği’ adını taktılar. Bu bir hayaldir, gerçekleşmez; dediler. Fakat enerji ile ilgili sanayiler birer birer hidrojen kervanına katıldılar. Bunlar arasında büyük otomobil şirketleri, otobüs ve kamyon üreten şirketler, havacılık sanayi, elektrik santralleri üreten firmalar hatta klima şirketleri var. Son olarak da kervana petrol şirketleri katılmaya başladı. Shell ve BP bu kervana katılan ilk petrol şirketleri arasındadır.”
 
“Hidrojen enerjisi konusunda ABD ve Japonya’da birçok çalışma yapılıyor. Daha küçük çapta olmak üzere başka ülkelerde de çalışmalar var. Önümüzdeki yıldan itibaren Mercedes şirketi hidrojen ile çalışan otobüsleri (kartellerden bir engelleme olmaz ise) piyasaya çıkaracak. 2020’ de (yine yeni bir engelleme olmaz ise)büyük otomobil şirketleri hidrojenli otomobilleri Californiya’da satmaya başlayacak. Petrol şirketleri, ABD, Avrupa ve Japonya’da dağıtım istasyonları kuracaklar. Münih Hava Alanındaki taşıtların çoğu hidrojenle çalışıyor. Airbus şirketi, hidrojenle çalışacak uçağın yapılması için çalışmalara başladı, Westinghouse şirketi hidrojenle çalışan bir elektrik santralini piyasaya çıkardı.
 
Bu arada, İzlanda’da hükümet, üniversiteler, otobüs şirketleri, balıkçılık firmaları, elektrik şirketleri, Shell petrol şirketi ve Daimler-Chrysler şirketi bir konsorsiyum kurdular. Bu konsorsiyumun amacı 2030’a kadar İzlanda’nın enerji sistemini hidrojene çevirmek. Gerekli finansmanın çoğu büyük şirketlerden gelecek, Hidrojen Enerjisi için bir laboratuvar olarak kullanılacak.”
 
“Bu konuda özellikle, Uluslararası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi’nin kurulmasını tavsiye ederim. Birçok bilim adamının çalışacağı bu merkezde Türk bilim adamları da görev alacak, bu şekilde Türkiye’deki bilimsel hidrojen enerjisi araştırmaları hızlanacak. Türkiye’de birkaç pilot bölgenin kurulmasına başlanabilir. Ve bu şekilde hidrojen enerjisine hızlı geçiş sağlanabilir.”
 
“Yapılan doğalgaz boru hatlarının hidrojen de taşıyabilecek şekilde yapılması veya buna dönüştürülmesi de faydalı olur. Çünkü doğalgaz kaynakları tükenmek
 
üzereyken bu boru hatlarından doğalgaz ve hidrojen karışımı taşınabilir. Bu şekilde Türkiye’de hidrojen taşımacılığı için alt yapı hazırlanmış olur.”
 
“Hidrojen enerjisine geçiş üç çeyrek yüzyıl alacak”
 
Sn. Veziroğlu demecinde bunları söylemişti. Sn. Yaşar Nuri Öztürk de bu konuda yazdı, söyledi, hatta Meclis’te de söyledi. Sene 2019! Bizim ülkemiz açısından değişen bir şey yok.
 
Üzerinde geçici olarak ikamet ettiğimiz Dünyayı, ülkesini ve insanları seven aklı başında bireyler olarak kamuoyu oluşturmalı; ucuz ve temiz hidrojen enerjisine geçmek için baskı yapmalıyız.
 
İnanırsak ve çok istersek başarırız.
 
Işık ve sevgiyle kalın!