15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden üç yıl geçti. Olay sıcaklığını koruduğu gibi konuya ilişkin belge ve bilgilerin net bir şekilde henüz ortaya konulamamış olması, olaya dair analizleri zorlaştırıyor. Bununla birlikte Türk demokrasi tarihi üzerine çalışan bir tarihçi olarak 15 Temmuz 2016 gecesi darbe olayı gerçekleşirken konuya ilişkin fikrim oldukça netti. Saat 23.00 civarında darbe girişimi hakkında fikrimi soranlara facebookta şu kısa ifadeyi yazmıştım:

“Darbe girişimi... Fethullahçı darbe girişimi deniyor. Geçen günlerde üç general-amiral tutuklanmıştı. Muhtemelen Gülen Cemaati mensubu idi bunlar. Şimdiki girişim, İnönü'nün bastırdığı Talat Aydemir darbe girişimi vakasına benziyor. 1962-1963 tarihinde İnönü, Aydemir'in iki darbe girişimini bastırmıştı”. 

Bu kanaate nasıl varmıştım? Aslında darbe girişimini öğrencilerimin ve arkadaşlarımın sosyal medya üzerinden attıkları mesajlardan öğrendim. Saat 22.00 civarıydı. Herkes fikrimi soruyordu. Bence Eski yazı belge çevirmekle meşguldüm. Televizyon kanallarını açtım. Yaz günü, Cuma akşamı saat 21.30 civarında darbe mi olurdu? Şaşırtıcı görünüyordu. Darbelerle ilgili deneyim, hafta sonunda yapılması itibarıyla örtüşmekteydi. Ancak genel olarak darbeler gece yarısından sonra, sabaha karşı yapılmaktaydı. Darbe planının erkene çekilmesinin temel nedeni deşifre oldukları düşüncesi olsa gerekti. Ancak bu başarısızlığın nedenlerinden birini oluşturacaktı. 

Darbenin emir-komuta zincirinde olmayışı ve ortada görünen bir liderinin bulunmayışı benim Fethullahçı darbe girişimi yorumunu yapmamın nedenlerinin başında gelmekteydi. Çünkü TSK içerisinde 2007-2012 döneminde Ergenekon-Balyoz davalarıyla ciddi bir kumpas kurulmuştu ve ne yazık ki ülkeyi yönetenlerle birlikte kamuoyunun önemli bir kesimi (askeri vesayeti bitirme sevdası adına!) yapılan tasfiyeyi, Fethullahçıların önünün açılmasını kaygıyla görmüştük. Darbe girişiminin Talat Aydemir’in darbe girişimlerine benzemesi başarısız olmasının nedenlerinden biriydi elbette. Bu nedenle de 15-16 Temmuz gecesi yazı yazdığı internet sitesine Talat Aydemir darbe girişimleriyle Fethullahçı darbe girişimini karşılaştıran bir makale yazdım: Saat 03.00 civarıydı. Makale şöyle idi:

“27 Mayıs sonrasında TSK içerisinde cunta örgütlenmeleri devam etmekteydi. Dönemin başbakanı İsmet İnönü, darbe hazırlıklarının farkındaydı. Bu kapsamda darbecilerin lideri olan Talat Aydemir’in komutanı olduğu Harp Okulu’nu ziyaret etti (5 Şubat). İnönü, darbecilere girişimlerinin farkında olduğunu, onlarla mücadele edeceğini ve onlardan çekinmediğini, demokratik rejim için mücadele edeceğini göstermekteydi. 

İnönü, hükümet ve Genelkurmay başkanlığı, darbe yapacak olanları pasif görevlere atamak isterken, 22-23 Şubat gecesi Aydemir ve ekibi darbe girişiminde bulundu. 22 Şubat akşam saatlerinde başlayan darbe girişimi, 23 Şubat sabahı bastırıldı. Darbe girişimi, 23 Şubat tarihli gazetelere şöyle yansıdı: 

- Hareket bastırıldı.

- Başkumandan Cevdet Sunay’ın bildirisinden sonra harekata girişenler hükümete bağlı kuvvetlere katıldılar. 

- Hareketi idare eden Harp ve Tank Okulu kumandanları ile subaylar nezarete alındı. İzinli sayılan öğrenciler silahtan tecrit edilerek Ankara’yı terke davet edildiler.

- Harekete girişenler, Başbakan radyoda konuşurken yayını kestiler.

- Harekete geçenler, Meclis’in feshini ve Harp Okulu komutanı Aydemir’in görevinde bırakılmasını istiyorlardı.

İnönü, darbecilerin kan dökmeden teslim olmaları karşılığında sadece emekliye sevk edilecekleri ve yargılanmayacakları sözünü verdi. Darbenin başarıya ulaşamayacağını gören Aydemir ve ekibi teslim oldu. 

İnönü, darbeye karşı karargah olarak kullandığı Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan çıkarken gazetecilere verdiği demeçte, ‘Dün bu saatlerde dostun ve düşmanın küçümseyerek baktığı bir Türkiye vardı. Bugün dost ve düşmana karşı, engin bir gururla, göğsü kabarmış dev bir Türkiye vardır. İşte iki cümle ile durumun izahı’ dedi. Daha sonra Meclis’e gelen İnönü’yü milletvekilleri –darbe girişimini önlediği için- ayakta alkışladılar. 

22 Şubat olaylarının ardından radyoda halka hitap eden İnönü, ‘Şahsi tahakküm sistemi kurmak daima halkın ve ordumuzun mukavemetiyle karşılaşacaktır’ dedi. Burada İnönü’nün hedefinde doğrudan Aydemir vardı; ama, sözleri 27 Mayıs öncesine de göndermeler içermekteydi. Şubat ayı sonunda bütçe görüşmelerinin tamamlanması dolayısıyla Meclis’te konuşan İnönü, ülkenin sorunlarının çözüm yerinin Meclis olduğunu söyledi:

‘Meclis görevini başaramazsa buhranlar önlenemeyecektir’.

22 Şubat sonrasında emekliliğe sevk edilen Aydemir, 20 Mayıs’ı 21 Mayıs’a bağlayan gece bir kez daha darbe girişiminde bulundu. Bu kez darbe girişimi daha hafif bir şekilde atlatıldı. Emekliliğe sevk edilen Aydemir’in ordu üzerindeki etkisi azalmış ve ordunun hükümete bağlılığı artmıştı. İktidarın çok da müdahalesine gerek kalmadan ordu, darbe girişimini kendi içerisinde etkisiz kılmayı başardı. İnönü, millete hitaben yayınladığı mesajında özellikle darbecileri destekleyen Harbiyelilere seslendi. Ordunun bütün kuvvetlerinin meşru hükümetin emrine girdiğini, ülkede asayişin sağlandığını ve hükümetin duruma egemen olduğunu söyledi. Harbiyelilere bir yıl yılda ikinci defadır bazı maceracıların peşine takıldıklarını, milletin bundan ‘esef ve hicap’ duyduğunu belirtti ve şöyle devam etti:

‘Memleketimizin içerde ve dışarıda bütün itibarına zarar veren gafil insanlar sizi sevk etmektedirler. Hareketinizin maddi ve manevi mesuliyetinin ne kadar ağır olduğunu bilecek yaşta ve tahsildesiniz. Derhal kışlalarınıza dönünüz, devlet kuvvetlerine teslim olunuz. Kan dökülmeden yerinize dönerseniz, hiç olmazsa babalarınızı ve ailelerinizi utançtan ve felaketten kurtarırsınız’. 

İnönü, sözlerini şöyle tamamladı: 

‘Devlet kuvvetleri, bütün orduları ve bütün millet yenilmez kuvvetiyle isyanın karşısındadır’. 

Darbe girişiminin başarısız olması üzerine kaçan Aydemir, daha sonra yakalandı. Ayrıca 20 emekli subay da ifadeleri alınmak için gözaltına alındı. Bunlar arasında 14’ler olarak bilinen eski MBK üyeleri de vardı. Olaylar sırasında 7 şehit verildi, 26 kişi de yaralandı. Aydemir ve arkadaşlarının yargılanmasına kısa bir süre sonra başlandı (7 Haziran). 21 Mayıs darbe girişiminde bulunanların yargılandığı ve Mamak Mahkemeleri diye bilinen dava, Eylül ayı başında sonuçlandı. İdama mahkum edilen Aydemir ve arkadaşlarının cezasını Ocak 1964’te Meclis onayladı”. 

Bu cümlelerin ardından da şöyle yazımı bitirdim: 

“Darbe girişiminde bulunanlar acaba Aydemir'in darbe girişimini hiç incelediler mi? Siyasi iradeyi ele geçiremezsen ve ordunun ana damarının desteğini sağlayamazsan darbe başarılı olmaz. Üstelik darbeye yol açan iç dinamikler (devalüasyonlu ekonomik kriz) ve dış dinamik (ABD+NATO onayı) olmazsa meşruiyet sağlamak da mümkün olmuyor.

Son olarak şunu söylemek isterim 1962 Şubat ayında Aydemir'i darbe kararına yönelten atama ve tasfiye kararıydı. Acaba bu darbe girişiminde bulunanlar da tasfiye ve pasifize edilme durumuyla mı karşı karşıya idiler?”

Gerçekten de Türkiye’de 27 Mayıs’la başlayan 12 Mart ve 12 Eylül ile devam eden, son olarak 28 Şubat’a kadar uzan askeri darbelere bakacak olarak her birinin elbette ayrı dinamikleri var. Bununla birlikte askeri darbelerin oluşması için genel olarak siyasal kutuplaşma ve devalüasyonu da içinde barındıran ekonomik kriz iç dinamikleri oluşturuyor. İç dinamiklerin oluşmasının ardından dış onay/destek (ABD/NATO) devreye giriyor. Dört darbe için de bunu söylemek mümkün. Bu iç ve dış dinamiklerin oluşmadığı darbeler/darbe girişimleri başarısız oluyor. Talat Aydemir’de ve 15 Temmuz’da olduğu gibi…  

Bugün geriye dönüp baktığımda 15 Temmuz darbe girişimi ile Talat Aydemir darbe girişiminin benzerliğinin yanı sıra, 15 Temmuz darbe girişimi orduya sızma itibarıyla 9 Mart’çıların örgütlenmesini de andırıyor. Ancak 15 Temmuz darbe girişimini bu ikisinden ayıran bir başka nokta var: O da yabancı istihbarat örgütleriyle iç içe geçiş… Ne Aydemir’de de ne 9 Martçılarda böyle bir eğilime ilişkin bir bilgimiz yok. 

Kamuoyuna yansıyan verilerden 15 Temmuz darbe girişimini yapanların bu darbeye nasıl hazırlandıklarına ilişkin bir bilgiye sahip değiliz. Acaba geçmiş darbe girişimlerini incelediler mi? Bilmiyoruz. Ancak çok da tarihsel verileri incelemedikleri anlaşılıyor. Ordu içerisindeki tek örgütlü grup olduklarına ve yabancı devlet/istihbarat örgütlerinin desteğine güvendikleri anlaşılıyor. İyi ki de geçmiş darbeleri inceleyip çalışmamışlar. Örneğin 1913 Babıali Baskını’nı ya incelemiş olsaydılar?

16 Temmuz 2016 günü yaptığım diğer bir sosyal medya paylaşımında darbelerin nedenlerini sıraladıktan sonra şunları yazmıştım:

“Darbe girişimi komplo olabilir mi? Belki… Ancak sanmıyorum. Eğer her şeyde komplo arayacaksak Vural Savaş da Erdoğan'ın okuduğu şiir nedeniyle vakti zamanında (1990'ların ikinci yarısı) dava açarak komplo kurdu denebilir. 2007'deki Cumhurbaşkanı seçimindeki 367 krizinde de aynını arayabilirsiniz. Vs Vs.

Bu darbe girişimi başarısız oldu. İyi de oldu. Umalım ki kazanan demokrasi olsun. Okunan selalar, parlamenter demokrasinin selası olmasın...” 

Darbe girişiminin bir komplo/kurgu olduğu, danışıklı dövüş olduğu iddialarını yersiz ve saçma buluyorum. Bunu o tarihte de söylemiştim, halen de aynı fikirdeyim. Ancak şöyle bir şey olmuş olabilir: Yaklaşan Yüksek Askeri Şura’da tasfiyelerin olacağı bilgisinin sızması nedeniyle bir darbe hazırlığına girişildiği öğrenilmiş, önlem alınmış, deşifre olmaları beklenmiş olabilir. Buna bir itirazım da olmaz, doğru da bulurum. Paylaşımımın son kısmındaki endişemin gerçekleştiğini görmekten üzüntü duyduğumu da belirtmeyim. 15 Temmuz darbe girişimi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin önünü açtı, parlamenter demokrasimiz ciddi bir yara aldı. 

Ortada henüz F35 ve S400 sorunu yokken olası tehlikeye de 24 Temmuz 2016 tarihinde şöyle dikkate çekmişim sosyal medyada:

“AKP iktidarının üzerinde bir İsmet İnönü hayaleti dolaşıyor. FETÖ'cü darbe girişimi, 1962-1963'teki Talat Aydemir'in iki darbe girişimine benziyor. Üstelik Fethullah Gülen'in iadesi meselesi de Johnson Mektubu'nun yarattığı bir kırılmayı yaratabilir. Kıbrıs meselesinde ABD Başkanı Johnson'un mektubu ilişkileri germiş, soğutmuştu. Fethullah Gülen'in iadesi meselesi de benzer bir sonuç doğurabilir. İktidar, dönüp İnönü neler yapmış bir incelesin”. 

Neticede 15 Temmuz darbe girişimi, başarısız ya da etkisiz olan askeri darbe girişimleri arasında yer almaktadır. Bu darbe girişiminin önlenişi ve bastırılması, yakın tarihimizin önemli olayları arasında yerini almıştır. Bununla birlikte buna aşırı anlam yüklemek, Çanakkale Savaşı ya da Milli Mücadele ile bir tutmak doğru bir davranış olmayacaktır. Nitekim 1971’de İsmet İnönü, CHP Küçük Kurultayında sosyalist sola ilişkin eleştirilerde bulunmuş ve bu kesimin “Bağımsız Türkiye” taleplerini ve “İkinci Kurtuluş Savaşı” yürüttüklerine dair söylemlerini eleştirmişti (“İnönü: Kurtuluş Savaşı bir defa olmuştur”, Milliyet, 24 Ocak 1971; İsmet İnönü, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri, 1970-1973, (25.07.1970 – 10.12.1973), (Hazırlayan İlhan Turan), TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yay., Ankara, 2004):  

“Yahut, aşırı uç soldadır. Onun iddiası basittir. ‘Bilimsel sosyalizm yapacağız’ diyerek, dış âlemin kolu, irtica sosyalizmine gözü kapalı sürüklemek isterler. ‘Sosyal meseleleri öne almak, halletmek lâzımdır’ dediğimiz zaman, bizim gafletle memleketin aşırı sola sürüklenmek istendiğini anlayamadığımızı zannederler. Bunların hepsine karşıyız biz arkadaşlar, herkesin dilinde ‘Bağımsız Türkiye’ vardır. Herkesin dilinde yeni bir ‘Kurtuluş Savaşı yapıyoruz’ vardır. Kurtuluş Savaşı’nı her babayiğidin sabahları kalktığı zaman icat edebileceği bir meydan muharebesi zannederler.

Şimdi, her 25 yaşında bir delikanlı nereden, nasıl bir kuvvetle, izan ile meydana çıktığı belli olmayan tahriklere âlet olarak, Kurtuluş Savaşı yaptığını ilân etmektedir. İnsaf, biraz insaf lâzım. Atatürk 500 senede bir defa gelmiş, ikinci 500 senede değil.. Türk milleti bağrından daima Mustafa Kemaller yetiştirecektir. Türk Milletinin cevheri, kanı, anlayışı budur. Müstakil bir cemiyet olarak yaşayacak. Bu zihniyeti yaşatmak için en son bulduğu şekil, cumhuriyettir, Türkiye Cumhuriyeti şeklidir. Onun içinden büyük istidatlar, büyük kahramanlar çıkacaktır. Ama her gün bir düzine böyle adamlar çıkacak..

Tabiat bu kadar zengin değildir, cömert değildir”. 

Sanırım İnönü’nün geçmişteki uyarısı, bugün için de geçerlidir.

Yaşadığımız askeri darbeler ya da darbe girişimlerini önlemenin en temel yolu devlet kurumlarını güçlendirmek ve demokratik kurumları işletmektir. Gücü tek adama devretmenin yaratacağı sıkıntıları 500 yıl önce Machiavelli şöyle tespit etmiş (Elie Kedourie, Avrupa’da Milliyetçilik, (çev. Haluk Timurtaş), Köprü Yay., İstanbul, 2017, ss. 130-131): 

“Machiavelli, Prens adlı eserinde, Bir Fatih, Fransa gibi bir memleketi kolayca ele geçirebilir, ama orada birçok aykırı menfaatler ve içtimai bağlılıklar mevcut olduğu için, onlara kolay boyun eğdiremez veya onlarla uzlaşamaz ve o ülkeyi elde tutmakta çok zorluk çeker. Diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğu gibi bir devleti yenmek güç iştir, fakat bir defa yenildi mi, tebaası boyun eğer ve idaresi kolay olur: Machiavelli’nin dediği gibi, Türk İmparatorluğu’nu tek bir hakan idare eder, bütün geri kalanlar onun kölesidir. Ülkesini sancaklara böler ve oralara dilediği zaman çekeceği ve göndereceği valiler yollar. Diğer taraftan, Fransa Kralı, eskiden sürüp gelen birçok asillerle çevrilidir; bunların her biri kendi tebaası tarafından sayılır ve sevilir ve her birisinin bir mertebesi vardır ki kral kendini tehlikeye atmadan onu bundan mahrum edemez. O halde, bir kere Sultan’ın orduları yenildi mi hiçbir endişe kalmaz, Hükümdarın ailesi imha edilirse, başka korkacak kimse kalmayacaktır”.  

Doğu ve Batı dünyasına ait karşılaştırma 500 yıl önce neyse, bugün de aşağı yukarı aynıdır. Bunun dışına çıkmayı başaran Atatürk olmuştur. 1926 İzmir Suikastı’nın ardından söylediği “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır” ifadesi bu noktada son derece anlamlıdır. Batı dünyasının Ortadoğu’daki ve dünyanın diğer yerlerinde diktatörlükleri/tek adam rejimlerini desteklemelerinin arkasında yatan nedenlerden biri de budur. Yönetmesi ve kontrolü kolaydır. Üstelik buna tarikat liderlerini de eklemişlerdir. Sultan-tebaası arasındaki ilişki, şeyh-mürit ilişkisinde de geçerlidir. Baştakini ele geçirmek tebaasını da ele geçirmek demektir. Son FETÖ darbe girişimi de bunu teyit etmektedir. Benzerlerini Milli Mücadele yıllarında da gördük. 

Kurumsallaşmayan ve tek adamın egemen olduğu devletlerin dağılması ya da uzun ömürlü olmaması kaçınılmazdır. Tarih bu konuda zengin örneklerle doludur. Cengiz ve Timur’un kurduğu büyük imparatorlukların ölümlerinin ardından dağılıp gittiklerini unutmamak gerekir…  

Kurtuluş Savaşı’nın 100. Yılında Türk ortak kimliğinde birleşerek tebaa değil, yurttaş ve birey yetiştirerek, eğitim sistemimizi buna göre dizayn ederek 21. Yüzyılda varlığımızı sürdürebilir; barış ve refah içerisinde yaşayabiliriz. Bunun vazgeçilmezi demokrasi, hukuk devleti ve üretime dayalı bir ekonomidir. Böyle bir ortamda darbeler, tarihimizin uzak dönemlerine ait hatıralar olarak kalacaktır. Destan mı, kurgu mu tartışmasını/hamasetini bir kenara bırakarak “gerçek” olduğunu görmek ve ama bundan ders çıkararak darbeleri “tarih” kılmak bir zorunluluktur.