Sosyal bir hukuk devleti olduğu söylenen ülkemizde yoksulluk başını almış gidiyor. Binlerce, milyonlarca çocuk aç ve yoksul. Bu sanki onların doğdukları günden başlayarak kaderleri olmuş.
Yoksulluğun önde gelen nedenlerinden biri ekim alanlarımızın, topraklarımızın işlenemez hale getirilmesi ve akarsularımız üzerine kondurulan hidroelektrik santralleri nedeniyle azalan yok olan ekim alanlarımız.
Bu konuları gündeme taşıyan, yazan-çizen insanlarımızın ise, hak hukuk arayacakları yargıya güvenleri neredeyse yok olmuş durumda.
Dünyada sanayileşme ile birlikte adaletsizlikler de giderek artmış toplumda sınıf ayırımı ortaya çıkarak yoksul insanların yaşam koşulları çok daha ağırlaşmıştır.
Yoksulluk ve adaletsizliğin çok yaygınlaştığı bir dönemde İngiltere'de bedenlerini satarak para kazanmak, karnını doyurmak  durumunda olan zavallı, biçare kadınlar ortaya çıkmıştır. 
Tarih boyunca yaşanmış yoksulluk örneklerini bazı düşünürler kaleme alarak adaletsiz, çelişkili, haksız, hukuksuz düzeni dile getirmişlerdir.
Halktan, hukuktan, eşitlikten, insan haklarından söz edilmesi mümkün olmayan, doğayı korumanın bilincini taşımayan bir toplumda, aklını bilimden değil bağnaz dini uygulamalardan yana kullanan bir ülkede yoksulluk konusunu gündeme getirmek ve sorun aramak mümkün olabilir mi?
Her  8-9 insandan birinin dünyada aç ve çok yoksul olmasının nedeni; küresel emperyalist çatışmalar, iklim değişikliği ve gelirde ortaya çıkan eşitsizlik yanı sıra yönetimde olanların doyumsuz, paylaşımsız ve adaletsiz oluşlarıdır.
Ülkemizde açlığın ve yoksulluğun önüne geçebilmek için yapılacak şey: '' Siyasetin Kişisel Çıkarlar İçin Değil, Vatandaşın ve Toplumun Mutluluğu İçin Bir Araç Olduğunun Bilincine Varılmasıdır.''
Yoksullukla baş edebilmek için, bu zincirin bir halkasını oluşturan insan haklarına değer veren ve bu değeri koruyan yasaları savunacak yargıçların varlığı da önemli.
Belki o zaman çelişkiler ülkesi olmaktan kurtulmanın küçük bir ışığını görebilmiş oluruz.