mecidiyeköy escort - şirinevler escort - bahçeşehir escort - avcılar escort - şişli escort - beşiktaş escort - istanbul escort - şişli escort bayan - beylikdüzü escort

RSS / XML
19-01-2021
Bizi Takip Edin!

Atatürk’ün Bize Bıraktığı Miras ve Önümüze Koyduğu Hedef


2019-11-09 09:33:06
Prof. Dr. Hakkı UYAR

Hemen her milletin tarihinde onların kurtarıcı ya da kurucu babaları vardır. ABD için bu Washington ve Lincoln’dur. Fransa için de Gaulle’dür. Almanya için Bismark’tır… Atatürk de Türk milletinin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babasıdır. 

Kurtarıcı ve kurucu baba Atatürk, 1935 yılında Türk Devrimi’ni ÅŸöyle özetlemiÅŸti:

“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke… Türlü düÅŸmanlarla kanlı boÄŸuÅŸmalar… Ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları baÅŸarmak için arasız devrimler… İşte Türk genel devriminin kısa bir özeti…” 

Hiç ÅŸüphesiz Atatürk’le birlikte Milli Mücadele’yi yürüten ve Cumhuriyeti kuran kadroyu da anmak gerekir. Atatürk ile birlikte çekirdek kadroyu, A takımını oluÅŸturan isimler İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele gibi isimlerin oluÅŸturduÄŸunu söyleyebiliriz. Osmanlı Devleti onların gözleri önünde 1878’den 1918’e kadar geçen süreçte hızla dağıldı. Bu kuÅŸağın imparatorluÄŸu kurtarmaya güçleri yetmedi. Yetmesi de mümkün deÄŸildi… Milli Mücadele’yi yürüten ve Cumhuriyeti kuran kadro, Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinden, İkinci MeÅŸrutiyet döneminde yaÅŸananlardan büyük dersler çıkardılar. 

Bu genç subaylar, dağılan imparatorluÄŸa ve emperyalist güçlerin toptan saldırısına raÄŸmen umutlarını ve azimlerini yitirmediler. Türklük bilinciyle, vatan ve namus duygusuyla kurtuluÅŸ mücadelesine giriÅŸtiler. 

Lozan barış görüÅŸmeleri sürerken ve Birinci Meclis’in seçimleri yenileme kararı aldığı 1 Nisan 1923 tarihinde Atatürk, Meclis kürsüsünden ÅŸunları söylüyordu:

“ArkadaÅŸlar! Türkiye devletinde ve Türkiye devletini kuran Türkiye halkında tacidar (taç sahibi, padiÅŸah) yoktur, diktatör yoktur! (kahrolsun tacidar sesleri). Tacidar yoktur ve olmayacaktır. Çünkü olamaz (ÅŸiddetli alkışlar) bravo sesleri).

(…) Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiç bir kuvvet yoktur, hiç bir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hâkimiyet-i milliyedir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir (alkışlar)…”

Takip eden günlerde yayınlanan 9 Umde, bir seçim programının ötesinde uzun savaÅŸ yıllarının ardından yaraları sarma ve kalkınma programı niteliÄŸi de taşıyordu. 

1923’te Atatürk, Türk milletinin önüne 3 temel hedef koymuÅŸtu (CHP TüzüÄŸünün 1. Maddesi):

- Demokrasi

- Türkiye’yi çaÄŸdaÅŸ bir ülke haline getirmek

- Hukuk devleti

Bu üç hedef, bugün hâlâ gerçekleÅŸtirilmeyi bekliyor. 

Atatürk, kurtuluÅŸun ardından bu üç hedefi gerçekleÅŸtirmek için Batı dünyasının yüz yıllar içerisinde yaptıklarını birkaç on yıla sığdırmaya çalıştı. Çünkü Osmanlı’dan devralınan sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal miras tam anlamıyla bir ortaçaÄŸ kalıntısından ibaretti. Nitekim 1927 yılında basılan 1 liranın üzerinde yer alan karabasanla çift süren köylü figürü, ülkenin devraldığı ekonomik mirasın açık bir göstergesi gibidir:

ÇoÄŸunluÄŸu köylü olan bir toplumun eÄŸitim durumu da doÄŸal olarak geliÅŸmiÅŸ düzeyde deÄŸildi. Köylü ve tarıma dayalı bir toplum neden okuma-yazmaya ihtiyaç duyacaktı ki?  Bunun neticesinde okuryazar oranı düÅŸüktü; okullaÅŸma ve okula gitme oranı da çok azdı. Nitekim 1923 rakamları okullaÅŸma, öÄŸrenci ve öÄŸretmen sayıları açısından ÅŸöyledir: 

 

Toplumun % 3’ünün bile okula gitmediÄŸi bir ortamda Cumhuriyet modernleÅŸmesi, bu geleneksel toplum yapısını deÄŸiÅŸtirmekte ve dönüÅŸtürmekte son derece zorlandı. Çünkü dönüÅŸtürücü olarak burjuvazi gibi bir sınıfsal dinamik ve kent geliÅŸmiÅŸliÄŸi yoktu. DeÄŸiÅŸim burjuvazi deÄŸil, bürokrasi eliyle oldu. Üstelik bu sayıca ve nitelik olarak yetersiz bürokrasinin öncülüÄŸünde kısmen baÅŸarılabildi. Bunların çoÄŸu Cumhuriyet modernleÅŸmesini kavrayacak bir kapasiteye bile sahip deÄŸildi. Hatta buna milletvekillerini bile dahildi. Oysa aynı milletvekilleri 1924 yılındaki anayasa tartışmaları sırasında son derece kıskanç bir ÅŸekilde CumhurbaÅŸkanına TBMM’yi feshetme yetkisini vermeye direnirken ve bu baÄŸlamda demokrat ve özgür bir tavır sergileyebilmiÅŸlerdi. Ancak konu kadın haklarına gelince aynı demokrat ve özgürlükçü tavrı onlarda görmek pek de mümkün olmamıştı. 

Anayasa taslağının 10. Maddesinde “30 yaşını tamamlayan her Türk seçilme hakkına sahiptir” denilmekteydi. İlk olarak Beyazıt milletvekili Åžefik Bey söz aldı. Metinde erkek vurgusu istedi; kadınlara yönelik bir hak tanımaya karşı çıktı. “30 yaşını tamamlayan her erkek Türk seçilme hakkına sahiptir” ÅŸeklinde yapılan deÄŸiÅŸikliÄŸi milletvekilleri alkışlarla kabul ettiler. Kütahya milletvekili Recep Bey (Peker) söz alıp, “Ayıp yahu, alkışlamayın bari” demek zorunda kaldı. Özetle Atatürk’ün devrimleri kademe kademe yapmak zorunda kalmasının nedeni, devrimleri sadece topluma deÄŸil, ülkenin seçkinlerine de kabul ettirmekte zorlanmasıydı. Özellikle kadınlarla eÅŸit olmak dönemin seçkin erkeklerinin bile pek de kabul edebildiÄŸi bir durum deÄŸildi. Nitekim bu nedenle önce 1926’da Medeni Kanun ile hukuk önünde eÅŸitlik saÄŸlandı, sonra belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı (1930), en sonra da milletvekili seçme ve seçilme hakkı (1934)… Aynı durum karma eÄŸitimin kademeli ÅŸekilde gerçekleÅŸmesinde de görülür (önce ilkokul, sonra ortaokul ve en son lise). Bunlar ancak sekülerleÅŸen/laikliÄŸi benimseyen bir toplumda söz konusu olabilirdi. Ama bu biraz da kaçınılmaz bir ÅŸekilde tepeden inmeci bir modernleÅŸme neticesinde olabildi. 

Dönemin aydın erkeklerinin bile kadınlara tanınan haklara sempatik bakmadığını o yıllara ait karikatürlerde görmek mümkündür. Hatta bu ünlü bir karikatürist (Cemal Nadir) olsa bile deÄŸiÅŸmeyecektir:

 

 Kadınların milletvekili olmasıyla kadınlara ait (!) iÅŸlerin erkekler tarafından yapılacağı eleÅŸtirisine dair karikatürlerin sayısı bir hayli fazladır. EÄŸitimli erkeklerin bile bu hakların verilmesini pek de sindiremedikleri ortadadır. 

Kurucu kadro, ülkeyi kurtarma hedefinde iÅŸbirliÄŸi yaptı ama kurtuluÅŸ sonrasında kuruluÅŸun/yeni rejimin nasıl olacağı konusunda anlaÅŸmazlığa düÅŸtü. Bu da beraberinde bir tasfiyeyi getirdi. Aslında bu tasfiye aÅŸağı yukarı bütün devrim hareketlerinde görülür. Fransız ve Sovyet devrimlerinde yaÅŸanan kanlı tasfiyelerle Türk Devrimi’ndeki tasfiyeleri karşılaÅŸtırmak Türk Devrimi’ni ve Atatürk’ü anlamaya yardımcı olacaktır.

1926’da İzmir’de Atatürk’e yapılan suikast giriÅŸimin ardından yaÅŸanan tasfiye sonucunda A takımı diye tanımlayabileceÄŸimiz kadrodan Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele, kansız bir ÅŸekilde siyasal yaÅŸamın dışına çıkarıldılar. Çünkü modernleÅŸme sürecinin köktenci boyutuna direnç göstermiÅŸlerdi. Yönetimde Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi PaÅŸalar kaldı. ModernleÅŸme süreci büyük ölçüde baÅŸarıldıktan sonra tasfiye edilenler kademeli olarak siyasal yaÅŸama döndüler. Atatürk, Cebesoy ile Bele’yi milletvekili olarak parlamentoya alırken, İnönü de Karabekir ve Orbay’ı parlamentoya dahil etti. Dolayısıyla Atatürk’ün muhaliflerle barışma politikasını İnönü de sürdürdü. Üstelik 1938’de Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre önce 150’liklerin affı da bu kapsamda deÄŸerlendirilmelidir.   

Kurucu kadro, devrimin hemen ardından iç barışı saÄŸlamayı önüne temel hedef olarak koymuÅŸtu. Nitekim, 1931 yılında Atatürk, “Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz” demiÅŸti. İç barış kadar, dış barış da önemliydi. Dünyada savaÅŸ rüzgarlarının estiÄŸi bir dönemde iç ve dış barışı saÄŸlayarak, ülkenin kıt imkanlarını topyekun bir kalkınma politikasına ayırmak kurucu babaların zihniyet dünyasını kavramak açısından dikkat çekici bir durumdur. Esinlendikleri yer de her ÅŸeyden önce Fransız Devrimi’nin özgürlükçü, hümanist ve devrimci karakteridir. Bu hümanist kuÅŸağın, Cumhuriyeti kanla, irfanla kurduÄŸunun ama kinle kurmağının altını çizmek gerekir. 

Atatürk, 1924 yılından itibaren TBMM’de sadece açılış konuÅŸmaları yaptı. O tarihte TBMM 1 Kasım’da açılıyordu. Bu açış konuÅŸmaları Atatürk’ün yeni rejime ve parlamentoya gösterdiÄŸi hedefleri anlamak açısından önemlidir. Atatürk’ün bizzat yaptığı son Meclis açış konuÅŸması 1 Kasım 1937 tarihlidir. Atatürk bu konuÅŸmasında yapılanlar kadar yapılması gerekenleri de anlatmaktadır:

“… ÅŸimdi arkadaÅŸlar, ekonomi hayatımızı gözden geçireceÄŸim. Derhal bildirmeliyim ki, ben, ekonomik hayat denince; ziraat, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık iÅŸlerini, birbirinden ayrı düÅŸünülmesi doÄŸru olmayan bir bütün sayarım. (…) Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi, üç sahada; devlet, fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve baÅŸarıları sonucunda elde edilen ürün ile ölçülür.

(…)

Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünemez bir mahiyet alması (alkışlar). Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin iÅŸletebilecekleri arazi geniÅŸliÄŸi, arazinin bulunduÄŸu memleket bölgelerinin nüfus yoÄŸunluÄŸuna ve toprak verim derecesine göre sınırlanmak lâzımdır.

(…)

EndüstrileÅŸmek (SanayileÅŸmek), en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaÅŸaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeÅŸit sanayiyi kuracağız ve iÅŸleteceÄŸiz (alkışlar). En baÅŸta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaÅŸabilmek için, bu bir zarurettir.

(…)

Ekonomik kalkınma; Türkiye’nin, özgür ve bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin, bel kemiÄŸidir. Türkiye bu kalkınmada iki büyük kuvvet serisine dayanmaktadır: 

Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve baÅŸlı başına bir servet olan coÄŸrafi vaziyeti; ve bir de, Türk milletinin, silah kadar, makine de tutmaya yaraÅŸan kudretli eli ve milli olduÄŸuna inandığı iÅŸlerde ve zamanlarda, tarihin akışını deÄŸiÅŸtirir yiÄŸitlikle ortaya çıkan, yüksek sosyal benlik duygusu... (sürekli alkışlar). 

(…)

Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir (alkışlar).

Bu, yalnız kurumlarında deÄŸil, düÅŸüncelerinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda baÅŸarmak için, fikir ve hareketi, beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. 

(…)

Bizim yolumuzu çizen; içinde yaÅŸadığımız yurt, baÄŸrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve acı kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir”.

Atatürk’ün yaptıklarını korumak milli görevimizdir. Birkaç on yılda gerçekleÅŸtirdiklerini tamamlamak ve ileriye taşımak da aynı göreve dahildir. 1923’te Atatürk’ün önümüze hedef olarak koyduÄŸu ve temellerini attığı demokrasi, çaÄŸdaÅŸ bir devlet ve hukuk devletini gerçekleÅŸtirmek, Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çaÄŸdaÅŸ dünyanın ve insanlık aleminin saygın bir üyesi kılacaktır. Bu hedefin gerçekleÅŸtiÄŸi gün Atatürk’ün tek istediÄŸi hatırlanmaktı. Tıpkı 2008’de Obama’nın baÅŸkanlık görevine baÅŸlama konuÅŸması sırasında -imrenilecek bir ÅŸekilde- kurucu baba Lincoln’ü saygıyla anması gibi… Sanırım -baÅŸta Türkiye’yi yönetenler olmak üzere- bizler de kurucu baba, kurucu kültür ve cumhuriyetin kurucu deÄŸerleriyle kavgayı bırakarak, kurucu babaları günlük siyasetin malzemesi olmaktan çıkarıp, ülkeyi insanlık aleminin saygın üyesi olmaya taşımak zorundayız.

Yorumlar
Adınız :
E-Mail :
Başlık :
Yorumunuz :
Güvenlik :
Toplam 0 yorum. Tüm yorumları okumak için tıklayın.
Diğer yazıları...









ArÅŸiv Arama
- -

Ana sayfa - saÄŸ alt

Ege Meclisi
SPOR
Spor Haberleri
GÜNCEL
İZMİR
İzmir
POLİTİKA
Politika
ÖZEL HABER
Özel Haber
Araç kiralama evden eve nakliyat