mecidiyeköy escort - şirinevler escort - bahçeşehir escort - avcılar escort - şişli escort - beşiktaş escort - istanbul escort - şişli escort bayan - beylikdüzü escort

RSS / XML
19-01-2021
Bizi Takip Edin!

12 Adalar meselesi


2019-12-06 15:42:29
Prof. Dr. Hakkı UYAR

1912-1922 yılları arasındaki 10 yıllık savaÅŸ döneminde Anadolu nüfusu 17,5 milyondan 12 milyona düÅŸtü. % 30’a yakın bir nüfus kaybı meydana geldi. Bunun % 20’sinin ölümlerden % 10’nun zorunlu yer deÄŸiÅŸtirmelerden kaynaklandığı tahmin edilmektedir. Ölüm yoluyla kayıplar Türk/Müslüman nüfusta 2,5 milyon, Ermeni nüfusta 580 bin ve Rum nüfusta 310 bin olarak tahmin edilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’na katılan ülkelere nazaran oldukça yüksek rakamlar söz konusudur. Bunda cephedeki savaÅŸların yanı sıra cephe gerisindeki etnik çatışmalar, salgın hastalıklar, kötü beslenme gibi faktörler de etkilidir. Anadolu’daki etnik grupların egemenlik saÄŸlama çabası, emperyalist güçlerin yürüttüÄŸü dünya savaşı ortamında daha kanlı bir hal almıştı.
 
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında devlet ve toplum savaÅŸ yorgunuydu. Yüz binlerce çocuÄŸunu uzun savaÅŸ yıllarında harcamıştı. 1912-1922’ye, Birinci Balkan Savaşı’ndan Milli Mücadele’nin sonuna geçen süreçte insan kaybı çok yüksekti. Birinci Dünya Savaşı’nda toplam 375.000 ÅŸehit verilmiÅŸti. Bunun yaklaşık 57 bini Çanakkale’de, 60 bini Sarıkamış’ta idi. Tüm savaÅŸ boyunca 202.000 asker de esir düÅŸtü. İlave olarak Mondros AteÅŸkes AntlaÅŸması’na kadar 400.000 yaralı, 240.000 hastalık sebebiyle ölüm, 35.000 alınan yaralar sonucu ölüm, 1.560.000 hasta, firar, kayıp vs sebeplerle yaklaşık 2.750.000 askerin savaÅŸ dışı kaldığı hesaplanmaktadır. SavaÅŸ sonunda halk savaÅŸtan bıkmıştı. Nitekim bu baÄŸlamda asker kaçağı sayısı 300 bine ulaÅŸmıştı.
 
BaÅŸta İnönü olmak üzere ülkenin yönetici kadrosu Birinci Dünya Savaşı’nın genç kurmay subayları ya da bürokratlarıydı. Bu savaşın yarattığı tahribatı gözleriyle görmüÅŸlerdi. O nedenle de İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmak için ellerlinden geleni yaptılar. İttihatçı kadroların tecrübesizliÄŸinin ve aceleciliÄŸinin nelere yol açtığını gördükleri için aynı hataya düÅŸmediler. Savaşın dışında kalmak için bir “denge oyunu” oynadılar. Bu diplomatik baÅŸarının her ÅŸeyden önce İnönü’ye ve dönemin DışiÅŸleri yetkililerine ait olduÄŸunu teslim etmek gerekir. Elbette burada Genelkurmay BaÅŸkanı Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi Milli Mücadele’nin yürütücüsü ve Cumhuriyetin kurucusu isimlerin hiçbiri savaÅŸa girmekten yana deÄŸildi. Almanya’nın yanında girmenin hiç deÄŸillerdi.
 
Önce Avrupa’yı ardından da tüm dünyayı 1939-1945 yılları arasında kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşı Türkiye’yi de olumsuz yönde etkiledi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'nin nüfusu 19 milyondu. Asker sayısı da 1937'de 150.000 civarındaydı. SavaÅŸ yıllarında bu oran yaklaşık on kat arttı; yani asker sayısı yaklaşık bir buçuk milyona ulaÅŸtı. Genç ve orta yaÅŸlı erkek nüfusun büyük bölümü askere alındı. Bu, üretimi düÅŸürdü, tüketimi arttırdı. Almanya ile savaÅŸ kapıdaydı. Bir baÅŸka tehlike ise, Sovyet tehdidiydi. Türkiye bir denge oyunu oynayarak savaşın dışında kalmaya çalışıyordu. Üretimin düÅŸmesi, fiyat artışını ve karaborsayı doÄŸurdu. İthalat da savaÅŸ nedeniyle neredeyse yok derecedeydi. Ülke ekonomisini düzenlemek için üç önemli yasal düzenleme yapıldı: Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi. Pek çok tüketim maddesi karneye baÄŸlandı. Hükümetin temel derdi artan bütçe açığını kapatmak, asker sayısı 150.000'den bir buçuk milyona tırmanan Ordu'nun ihtiyaçlarını karşılamak ve ekonomiyi kontrol altında tutmaktır.
 
1923 sonrasında Türkiye’nin temel derdi uzun savaÅŸ yıllarının yaralarını sarmak, geleneksel toplumun kurumlarını ortadan kaldırarak modern bir toplum ve ulus-devlet yaratmak, topyekun bir kalkınma hareketiydi. Bu da barış ortamında mümkün olabilirdi. Nitekim Türkiye, Lozan ile birlikte tarihinin en uzun barış dönemine girdi. Bu, bugün için de geçerlidir. İki dünya savaşı arasındaki dönemde –ki totaliter rejimlerin yükseldiÄŸi, Stalin, Hitler ve Mussolini gibi liderlerin iktidarda olduÄŸu dönemdir- tüm olumsuzluklara raÄŸmen sorunlarını barışçı yollardan çözmeye gayret eden ve izlediÄŸi aktif politikayla bunu baÅŸarabilen bir Türkiye söz konusudur. Nitekim BoÄŸazlar ve Hatay sorununun Türkiye’nin lehine çözülmesi bunun somut birer örneÄŸidir.
 
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmemek üzere stratejisini belirlemiÅŸti. İki taraf ile de diyalog halinde kalarak aktif bir politika izledi ve savaşın dışında kalmaya gayret etti. Kalkınmak ve yaraları sarmak
 
için savaÅŸ dışı kalması bir zorunluluktu ve üstelik askeri açıdan donanım itibarıyla zayıf durumdaydı. Savaşın iki tarafı da Türkiye’yi yanına çekmek istedi. SavaÅŸa girmesi karşılığında bir takım vaatlerde bulundu. 1939-45 arasındaki dönemde her iki taraf da bu vaatleri tekrarladı. Vaatler arasında 12 Adalar’ın Türkiye’ye verilmesi de vardı. Bunlar vaat olmaktan öteye geçmediÄŸi gibi –yani somutlaÅŸmadığı gibi- Türkiye’nin savaÅŸa girmesini amaçlayan adımlardı. Bu teklifte ilk bulunan isim von Papen’di: Almanya’nın Ankara Büyükelçisi…
 
12 Adalar teklifi, Birinci Dünya Savaşı’na girerken Almanların gazıyla hareket etmeye, Turan hayalleri kurmaya ve Yavuz-Midilli gemilerinin Osmanlı’ya hediye edilmesine benzemektedir. Sonuç hüsran ve felaket olmuÅŸtur. Hayaller Turan, gerçekler Mondros-Sevr olmuÅŸtur. Aynı dolduruÅŸa İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin yöneticileri gelmediler. Çünkü yakın tarihin bizzat canlı tanığı idiler.
 
Tüm Avrupa’yı iÅŸgal ederek –Balkanlar dahil- Türkiye sınırına dayanan Almanya’nın 1941 yılındaki hedefi ya Türkiye ya da Sovyetler BirliÄŸi olacaktı. % 50 olasılık… Balkanlar üzerinden Alman iÅŸgaline uÄŸrasaydık, Kafkaslar üzerinden bizi Sovyetler kurtarmaya gelecekti. İki ateÅŸ arasında kalmak, Türkiye’nin en büyük kabusu idi. Bu kabus, gerçeÄŸe dönüÅŸebilirdi. Nitekim 1945-1990 yılları arasında DoÄŸu Avrupa ve Balkanlar’ın önemli bir bölümü Sovyetler tarafından kurtarılmış ama SovyetleÅŸtirilmiÅŸ olarak kaldığını unutmamak gerekir.
 
Türkiye için baÅŸarı İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmaktır. 12 Adalar’ı almanın imkanı ve gerçekliÄŸi o dönemde yoktu. İnönü oltaya takılan yeme (12 Adalar) gelmeyerek doÄŸru olanı yapmıştır. SavaÅŸ meydanlarından ve Lozan baÅŸarısından gelen İnönü, Kıbrıs meselesinde zamanı geldiÄŸinde son derece kararlı bir tutum sergileyebilmiÅŸtir. Nitekim onun mirasını devam ettiren Bülent Ecevit olmuÅŸ ve Kıbrıs Barış Harekatı’nın altına imza atabilmiÅŸtir.
Yorumlar
Adınız :
E-Mail :
Başlık :
Yorumunuz :
Güvenlik :
Toplam 0 yorum. Tüm yorumları okumak için tıklayın.
Diğer yazıları...









ArÅŸiv Arama
- -

Ana sayfa - saÄŸ alt

Ege Meclisi
SPOR
Spor Haberleri
GÜNCEL
İZMİR
İzmir
POLİTİKA
Politika
ÖZEL HABER
Özel Haber
Araç kiralama evden eve nakliyat