‘’Lider; en ulu ağaca tırmanan, tüm durumu gözden geçiren ve ‘Yanlış ormandayız!’ diye bağıran adamdır.’’ COVEY

Hızla küresel köye dönüşen dünya, beraberinde oluşturduğu yeni dünya düzeni ve yeni ekonomi anlayışı; devletlerin, ailelerin, şirketlerin ve bankaların birbirlerine ve çalışanlarına olan bakışını da değiştirdi ve değişime de mahkum etti.

Son derece uyumlu, neredeyse giyimlerinden davranışlarına kadar birbirinin aynı olan, gittikçe de monotonlaşan iş ve çalışma dünyası milenyumla birlikte tarihe karıştı.

Yeni düzenin ve anlayışın oluşturduğu kavramın adı  ‘diversity’ yani çeşitlilik. Bundan birkaç yıl öncesine kadar ‘farklılık, çeşitlilik’ gibi kelimelerden, farklı olarak adlandırılan kişilerden, pazarlardan, uygulamalardan kaçan devletler, iş dünyası ve bilhassa da finans dünyası, bugün çeşitliliğin peşinde. İş dünyası artık birbirinden farklı insanlardan oluşan takımların harmonisini istiyor. Bu konuya da kendini adapte ediyor.

Aslında ‘çeşitlilik ve farklılık’ kelimeleri, insanoğlunun yaratılışından beri var. Dünyadaki insanların hiçbiri birbirine benzemiyor. Yalnızca fiziksel olarak da değil kültür, dil, din, eğitim, maddi düzey, yaş, cinsel tercih, düşünce, söylem ve ideoloji  yönünden de farklılar. Bu çok renkli çeşitliliğin aile, kamu ve iş ortamlarında fark edilmesi 21. yüzyıla dek sürdü.

Hızla gelişen teknoloji; sınırların ortadan kalkmasına, iletişim kanallarının artmasına dünya yüzündeki her insanın sınırları dışındaki insanları fark etmesine yol açtı. Önce mal, hizmet ve para sınırların ötesine yolculuk etmeye başladı.  Ardından da insan kaynağı yolculuğu geldi. İnsanın dolaşmaya başlaması ise ‘iş gücü çeşitliliği’ kavramını doğurdu.

Dr. Kiell Nordström, yaşadığımız dönemin en önemli unsurunu ‘attraction’ yani ‘çekici olmak’ diye tanımlıyor. Herkes birbirini cezp edebiliyor, her ürün birbirini, her hizmet bir diğerini çekiyor. Dolayısıyla ilişkiler, yönetim ve ekonomi de bunun üzerine kuruluyor.

Zaman yalnızca çekim zamanı değil; aynı zamanda hareket hem de hiç durmayan bir hareket zamanı. İnsanlar, şirketler, kurumlar ne varsa her şey hareket halinde.

Aslına bakarsanız devinimden kaçınmak söz konusu değil, her birimiz istesek de istemesek de bu hareketin birer parçasıyız. Kısacası bizler ve şirketler özgürlüğe mahkum edildik. O halde neden çeşitlilikten korkuyoruz? Hatta köşe bucak kaçıyoruz ve insanları yerinden yurdundan ederek yok etmeye çalışıyoruz. Belki de çeşitliliği yönetmek bizi ürkütüyor.

‘Çeşit’ olsun diye devletimizi, şirketimizi farklı ülkelerden, kültürlerden dinden cinsiyetten insan kaynağı ile doldurmak pek önemli değil. Asıl olan çeşitliliği yönetebilmek. Yani çeşitlilikten en iyi şekilde yararlanmak, başarılı sonuçlar elde etmek için farklı kişilerin beraber çalışmasını sağlamak gerekiyor. Çeşitlilik kavramının babası olarak bilinen Dr. Roosevelt Thomas, çeşitliliği; organizasyondaki herkesin kendiliğinden katılabileceği, ülkelerin, kurumların ve şirketlerin hedefleri için tüm performanslarını ortaya koyabileceği ortamı sağlamak, diye tanımlıyor.

Yapılan çeşitli araştırmaların verilerine göre; çalışanların işverenle ya da kendi aralarında veya üst yöneticiyle ayrıca aile bireylerinin birbirleriyle, vatandaşların devletleriyle yaşadıkları sorunların yüzde 51’i bireysel farklılıkları kabul etmemelerinden kaynaklanıyor.

Çeşitlilik yönetiminde en önemli unsur, insanların diğer insanlarla olan farklılıklarına saygı duymalarını sağlamaktan geçiyor. Çünkü ülkelerin, şirketlerin belirledikleri hedeflere kolay ve çabuk ulaşmalarına kişilerin birbirinden farklı olması engel değil. Aksine farklı bakış açısıyla iş yapmak, hizmet sunmak, zenginliği de beraberinde getiriyor.

Ancak çeşitliliğin dezavantajlarının da olduğunu, bu nedenle yönetimlerin çeşitliliği gerçekten isteyip istemediklerini, kendilerine sormaları gerektiğini de belirtmek lazım.

‘Çeşitliliğin’ en önemli avantajı yaratıcılığı arttırması, daha fazla yeni fikrin yaratılması dolayısıyla; niş ürünler bulunup sunulmasının yanı sıra danışmanlık almak yerine danışmanlık hizmeti verir hale gelinmesidir. Ancak unutulmaması gereken, çeşitliliğin doğası gereği çatışmayı da beraberinde getireceğidir. Bunun göz ardı edilmemesi gerekir.

Birbirinden her yönüyle farklı insanları bir araya getiriyorsunuz. Çatışma olmaması mümkün değil. Ancak cin lambadan çıktı. Bunun geri dönüşü yok. Artık organizasyonlarımızda çeşitliliği kabul etmek zorundayız. Ülkemizden kaçan nitelikli beyin ve iş gücü yokluğundan belki batmayız; ama üçüncü sanayi ve yönetim devrimini yakalamamız çok zorlaşır. Çünkü bir dostum Japonya’ya yaptığı iş seyahatinden döndükten sonra bana:’ Sorma ya! Aramızda en az elli yıllık fark var.’ dediğinde donup kalmıştım.

Ailelerimiz, ülkemiz ve şirketlerimiz için çeşitlilik ve farklılıkları kabul edersek ve kararlılıkla da uygularsak, bizimle birlikte olmak ve bizimle çalışmak isteyenleri daha çok kendimize çekeriz. Bu da bize herkesin kıskandığı bu coğrafyada sonsuza dek olağanüstülük sağlar.

Her şey daha güzel yarınlarımız için olsun!

Işık ve sevgiyle kalın!