11-12 Nisan 2020 tarihlerinde korona virüs dolayısıyla sokaÄŸa çıkma yasağı kararının alınması, halkın bir bölümünün ihtiyaç maddelerini temin etmek için bakkallara yönelmesine yol açtı. Aslında yaklaşık bir aydır makarna, pirinç gibi maddelerin marketlerden evlere stoklandığı düÅŸünülecek olursa, bu süreç bana bundan 80 yıl öncesini (İkinci Dünya Savaşı yıllarını) hatırlattı. O dönemin koÅŸullarının çok daha ağır olduÄŸu gerçeÄŸini ve 6-7 yıllık bir dönemi kapsadığını hatırlatmak isterim.
Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’ndan ders çıkararak İkinci Dünya Savaşı’na girmedi. Ancak 1939 ile 1945 yılları arasındaki dönemde Türkiye deyim yerinde ise “savaÅŸ ekonomisi” uyguladı. Almanya ya da Sovyetler BirliÄŸi’nin saldırısına uÄŸrama ihtimali dolayısıyla asker sayısını 150 binden 1 milyonun üzerine çıkardı; rakam 1,5 milyona yaklaÅŸtı. Olası bir saldırı karşısında yüksek asker sayısı ile caydırıcı olmak isteniyordu. Nitekim savaÅŸ sonunda bu baÅŸarılabildi. Ancak bunun topluma getirdiÄŸi sosyal ve ekonomik yük bir hayli ağırdı.
Ülke nüfusunun 19 milyon civarında olduÄŸu düÅŸünülecek olursa, üretken erkek nüfusun önemli bir bölümünün askere alınması baÅŸta tarımsal üretim olmak üzere tüm alanlarda üretimi düÅŸürdü. Bu da beraberinde tüketim maddelerinin azalmasını getirdi; sonuçta ortaya çıkan ÅŸey pek çok tüketim maddesinin karneye baÄŸlanması, karaborsa ve pahalılıktı. Karneye baÄŸlanan tüketim maddelerinin başında ekmek geliyordu.
1940’ta çıkarılan Milli Korunma Kanunu, savaÅŸ yılları boyunca ekonomi politikalarını belirleyen kanundu. Ancak bunun yanında anılması gereken iki kanuni düzenlemeyi daha belirtmek gerekir. Biri Varlık Vergisi, diÄŸeri Toprak Mahsulleri Vergisi’dir.
Halkın iaÅŸesini yani ihtiyaç duyulan tüketim maddelerini karşılamak devletin önündeki en büyük sorundu. Tarımsal üretimin düÅŸmesi, devletin köylünün elindeki hububatı piyasa fiyatının altında Toprak Mahsulleri Ofisi eliyle almasına yol açtı. Köylüye sadece kendi tüketeceÄŸi ve gelecek yıl için de tohumluk hububat bırakıldı. Hububat üretiminin düÅŸmesi, ekmeÄŸin içine baÅŸka maddelerin katılmasına ve kalitesinin düÅŸmesine yol açmaktaydı. Devlet açısından ise temel mesele öncelikle ordunun sonra halkın ihtiyacını karşılamaktı.
Ekmek karnesi uygulaması Ocak 1942 tarihinde baÅŸladı. Ekmek fiyatlarındaki artışı önlemek, kalitesini arttırmak ve israfı önlemek gibi amaçları da vardı. Ancak ekmeÄŸin kalitesini arttırmanın mümkün olduÄŸunu söylemek pek de mümkün deÄŸildir. BuÄŸdayın içinde çavdar, arpa vb. yan ürünler katılarak ekmek üretimi arttırılmaya çalışıldı. İlave olarak fırın sahiplerinin üretilen ekmek sayısını arttırmak için kullandıkları ucuz katkı maddeleri de halkta memnuniyetsizlik yaratmaktaydı.
Karneye baÄŸlanan ekmek toplumun bütün kesimlerine eÅŸit gramajda dağıtılmıyordu. Ailelerdeki her bireye bir karne verildi. Karneler büyükler, küçükler ve iÅŸçiler olmak üçe ayrıldı. 7 yaşına kadar olan çocuklar günde 187,5 gram, 7 yaşından büyük olanlara 375 gram, ağır mesleklerde çalışanlara (askerler dahil) da 750 gram verilecekti. Zaman içerisinde gramajlarda ve katkı maddelerinde farklılıklara gidildi. Bununla beraber deÄŸiÅŸmeyen ÅŸey ekmeÄŸin kalitesinin giderek düÅŸmeydi. Neredeyse ekmekten baÅŸka her ÅŸeye benzemekteydi. Francala denilen daha kaliteli ekmeÄŸe ulaÅŸmak için de ayrımcılıkların yapıldığı görülmekteydi. Pasta, kek, börek, poÄŸaça vb. maddelerin üretimi de yasaklanmıştı. Bu, söz konusu ürünleri üreten esnafta rahatsızlık yaratmıştı.
Karne uygulamasının kaldırılması için savaşın bitmesini, hatta 1946 yılının yaz aylarını beklemek gerekmiÅŸti. Dolayısıyla aslında halkın Demokrat Parti’ye yönelik desteÄŸinin arkasında da bu gibi nedenleri bulmak olasıydı. Türkiye, savaÅŸa girmemeyi baÅŸarmıştı; bir Türk çocuÄŸunun burnu kanamamıştı ama toplumun ödediÄŸi bedel de az deÄŸildi.
SavaÅŸ yıllarında devlet eliyle ekonomik sorunları aÅŸmayı ve toplumun iaÅŸesini karşılamayı hedefleyen karne uygulamasının ne ölçüde sorunu çözdüÄŸü tartışmalı olmakla beraber, belli bir iÅŸlevi yerine getirdiÄŸi de bir gerçektir. Üstelik bu uygulama o dönemde sadece Türkiye’ye özgü de deÄŸildir.
Günümüzde olaÄŸanüstü koÅŸullar dolayısıyla toplumun iaÅŸesini saÄŸlamak ve toplumsal paniÄŸi önlemek konusunda geçmiÅŸten de çıkarılacak dersler mevcuttur. İlginç bir ÅŸekilde İsmet PaÅŸa’nın hayaleti ülkede kol gezmektedir. OlaÄŸanüstü dönemin olaÄŸanüstü uygulamaları olabilmektedir. Bu gün yaÅŸadıklarımızın geçmiÅŸi anlamamızı kolaylaÅŸtırmasını ve belki de daha hoÅŸgörülü olmamıza yol açmasını diliyorum.