Atatürk, Cumhuriyetin onuncu yılı dolayısıyla yaptığı konuşmada, “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır” demişti. İşte Türk Tarih Kurumu da, Türklüğün bu “unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti”ni ortaya koymak, yeni kurulan ulusal devlete tarihsel destek sağlamak ve aynı zamanda hem Türk hem de Anadolu tarihini bilimsel olarak araştırma amacıyla kurulmuştu. 

Kurumun ilk nüvesi, Nisan 1930’da Türk Ocakları genel merkezine bağlı olarak Atatürk’ün talimatıyla Türk Tarihi Tetkik Encümeni adıyla kuruldu. Bu Encümen bir yıllık çalışmanın ardından Türk Tarihinin Ana Hatları adıyla sadece uzmanlara hitaben bir kitap yayınladı. Türk Ocaklarının kapatılmasının ardından Encümen, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adıyla bağımsız bir cemiyete dönüştü. Kurumun amacı, pek de bilinmeyen Türk tarihini objektif ve bilimsel yöntemlerle ortaya koymak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ulusal kimliğine destek sağlamaktı. Liseler için hazırlanan 4 ciltlik tarih kitabının yanı sıra 1932 yılında Türkiye’de ilk kez milli tarih kongresi toplandı (Birinci Türk Tarih Kongresi). Kongresinin bildirileri de kitap olarak yayınlandı. 

Sonraki yıllarda Türk Tarih Kurumu adını alan kuruluş arkeolojik kazı ve yüzey araştırmaları, çeviri ve yayınlar, kongreler, uluslararası bilimsel etkinliklere katılım ve tarihi eserlerin korunması gibi alanlarda faaliyet göstermekteydi. Çıkardığı Belleten dergisi Türkiye’nin en uzun ömürlü akademik dergilerinin başında gelmektedir. 

Kurumun başkanlığını yapan akademisyenler genel olarak alanında başarılı ve tartışmasız önemli isimlerdi. Bunların hiç şüphesiz en önemlisi Yusuf Akçura’dır (1932-1935). Onu izleyen isimler arasında Şemsettin Günaltay, Şevket Aziz Kansu, Enver Ziya Karal ve Ali Birinci gibi isimler yer almaktadır. 

Cumhuriyetin kurucu kültürünü benimsemiş ve akademik niteliği yüksek isimlerin başa getirilmesi, 90 yıllık kurumun geleneği haline gelmeliydi. 

Kurumun başına atanan birinin İskilipli Atıf Hoca’yı öven faaliyetlerde bulunması ve akademik anlamda alınan atıflarının azlığı (örneğin bkz. scholar.google.com) haklı eleştirileri de beraberinde getirecektir.

İskilipli Atıf Hoca kimdir? II. Abdülhamit döneminde Bodrum’a sürülen ve İkinci Meşrutiyet döneminde de Mahmut Şevket Paşa suikastına adının karışması nedeniyle önce Sinop’a, sonra da Çorum’a sürülen İskilipli Atıf Hoca, 19 Şubat 1919’da kurulan Cemiyet-i Müderrisin’in kurucuları arasındaydı. Cemiyet aynı yıl içerisinde Teali-i İslam Cemiyeti adını aldı. Cemiyet, hilafetçi bir kimliğe sahipti. Cemiyet bu haliyle milli (ulusal) değil, İslamcı (ümmetçi) bir yapıdaydı. Cemiyet, Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’un yanı sıra Anadolu’da da örgütlenmişti. Kurtuluş Savaşı karşıtı ve işbirlikçi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yan kuruluşu gibi faaliyet göstermekteydi. Damat Ferit Paşa hükümetlerinde şeyhülislam olarak görev alan Mustafa Sabri Efendi hem Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın hem de Teali-i İslam Cemiyeti’nin kurucularındandı. 

Vahdettin ve Damat Ferit Paşa ile yakınlığı aşikar olan TİC, siyasal hayat içerisinde yer alan dinsel bir baskı grubuydu. Bu haliyle de İttihatçılığa ve İttihatçı hareket olarak gördüğü Müdafaa-i Hukuk hareketine (Kurtuluş Savaşı’na) karşı idi. Teali-i İslamcılara göre İttihat ve Terakki, bir bidat (dinsel sapma) hareketiydi. Yine onlara göre, “Mustafa Kemal ve Kuva-yı Milliye maskaraları” İttihatçıların devamıydı. Yunanların önünden kaçan bu “eşkıya”lar, Kuva-yı Milliye olamazdı. İşte bu cemiyetin kurucusu olan İskilipli Atıf Hoca, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’na karşı basının önde gelen temsilcilerinden Alemdar gazetesinde de yazılar yazdı. 

Cemiyet, Kurtuluş Savaşı karşıtlığını sürdürürken Birinci Dünya Savaşı’nı kazanarak ülkeyi işgal edenlerin arkasında cahilce bir cesaretin değil, bir uygarlık dehasının yer aldığı fikrindeydiler. Cemiyet de işte bu uygarlık dehasıyla İslamiyet’i birleştirmekten yanaydı; yani İngiliz işbirliğinden yanaydı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile paralel bir zihniyete sahipti… Dolayısıyla Cemiyet, emperyalist işgalci güçlerle işbirliğinden yana, Kurtuluş Savaşı’nın karşısında idi. 

Cemiyet daha yayınladığı ilk bildiride Anadolu’daki hareketi İttihatçılıkla, İttihatçıları ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sokmakla ve İngilizlerle arayı bozmakla suçlamaktaydı:

Cemiyetin yöneticileri, 1925 yılında Şapka Devrimi’ne karşı eylemlerin içinde bulunmaktan yargılandılar. Ankara İstiklal Mahkemesi’ndeki yargılama Mütareke Dönemindeki işbirlikçi eylemleri de kapsamaktaydı. 

Anılacak alim aranıyorsa Kurtuluş Savaşı saflarında yer alan, İstanbul’un şeyhülislamına karşı kelle koltukta karşı fetva yayınlayan 153 müftü ve din alimi yeterlidir sanıyorum. Ne kadar zorlarsanız zorlayın İskilipli Atıf’tan şehit çıkmaz; Şeyh Sait’ten çıkmadığı gibi… Mehmet Akif’e, Ahmet Hulusi Efendi’ye, Rahmetullah Efendi’ye, Alim Efendi’ye ve Rıfat Efendi’ye şükran ve minnetle… Onların yerine karşı safta yer alanların övgülere mazhar olması kabul edilebilecek bir şey değildir; tarihin ters yüz edilmesidir. Bu nedenle de Türk Tarih Kurumu’na yeniden ihtiyaç vardır; ama gerçek kimliğiyle ve Atatürk’ün kurduğu amaç doğrultusunda… Olmazsa da dünyanın sonu değildir; hakikat yine olduğu gibi ifade edilmeye devam edilecektir. 

Kaynak: 

Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadelede Din Adamları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara. 

Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, Mütareke Dönemi, Hürriyet Vakfı Yay., İstanbul, s. 382 vd. 

https://islamansiklopedisi.org.tr/iskilipli-mehmed-atif-efendi