Osmanlı Devleti, Türk tarihinin en büyük ve en uzun ömürlü devletidir. 600 yıllık ömrünün 300 yılı, 3 kıtada yayılmakla geçti; geri kalan 300 yılı ise yayılan Avrupa karşısında direnmekle geçti. Üstelik 300 yıllık yayılma dönemindeki baÅŸarılar Avrupa’nın insan kaynakları, sermaye birikimi ve üretim kapasitesindeki üstünlüÄŸe raÄŸmen geliÅŸti. Örgütlenme kapasitesi, merkezi devlet gücü ve düzenli/merkezi ordu bu baÅŸarının nedenleri arasındadır. Sonraki 300 yıllık süreç ise Avrupa’nın giderek artan saldırganlığına ve hemen her alandaki üstünlüÄŸüne raÄŸmen direnerek geçti. Osmanlı kadar Batı’ya uzun süre direnebilen bir devlet olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
19. yüzyıla gelindiÄŸinde “Bu devlet nasıl kurtulur?” sorusu hem devlet adamlarının –padiÅŸahlar dahil- ve hem de yeni açılan modern okullardan yetiÅŸen genç bürokratların yanıt aradığı soruydu. Bu süreç, sorunların büyüklüÄŸü ve çözüm bulmanın zorluÄŸu karşısında zaman zaman umutsuzluk da içermekteydi.
Aydınların ve gençlerin ülkenin geleceÄŸi karşısında duyduÄŸu umutsuzluk Osmanlı’ya özel durum deÄŸildi. Benzer bir durum örneÄŸin İtalya için de geçerliydi. Daha 14. yüzyılda ünlü İlahi Komedya’nın yazarı, Latincenin son büyük ÅŸairi Dante, İtalya’nın parçalanmışlığı ve savaÅŸlar nedeniyle ÅŸunları söylemiÅŸti: “Ey köle İtalya, acılar ülkesi, fırtınada kaptansız gemi”…
Belki o dönemde Dante’nin ÅŸehri Floransa Avrupa’nın en zengin kentiydi ama parçalanmışlık ve iktidar savaÅŸları Dante’yi umutsuzluÄŸa sürüklemiÅŸti. Zaten kendisi de ömrünü sürgünde tamamlamıştı. Dante’den yüzyıllar sonra benzer bir kaygıyı Namık Kemal de dile getirmektedir. Kısa ömrünü sürgünlerde geçiren ama mücadeleden yılmayan vatan ve hürriyet ÅŸairi Namık Kemal, sonraki kuÅŸakları derinden etkiledi. Mülk’ün vatan’a dönüÅŸmesinin, hürriyet fikrinin ve Türklük bilincinin öncüsü oldu. Yine mezar taşına ÅŸunun yazılmasını istedi:
“Ölürsem görmeden millette ümid ettiÄŸim feyzi Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun”
Namık Kemal, devleti kurtarmak adına doÄŸru bildiÄŸini söylemekten ve onun için mücadele etmekten vazgeçmedi. Daha gençlik yıllarından itibaren vatan ve hürriyet aÅŸkıyla ÅŸiir yazdı, piyes yazdı, gazete çıkardı. Ülke sorunlarına kafa yordu. Gelecek kuÅŸaklara da hitap edecek ÅŸekilde ÅŸu soruyu sordu:
“Vatanın baÄŸrına düÅŸman dayadı hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”
Namık Kemal’in mirasçısı olan ve Osmanlı modernleÅŸme sürecinin bir parçası olan okullardan yetiÅŸen idealist kuÅŸak on yıllar sonra onun bu çaÄŸrısına yanıt verdi. KurtuluÅŸ Savaşı yıllarında TBMM kürsüsünden Mustafa Kemal PaÅŸa hem kendi adına ve hem de millet/vekilleri adına ÅŸu dizeyi söyledi:
“Vatanın baÄŸrına düÅŸman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
Mustafa Kemal PaÅŸa ve kuÅŸağı (Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay…) imparatorluÄŸun dağılmasının bütün yükünü omuzlarında hissettiler. Nasıl ki Fatih İstanbul’u fethettiÄŸinde 21 yaşındaysa Mustafa Kemal PaÅŸa da Samsun’a çıktığında 38 yaşındaydı.
Mustafa Kemal PaÅŸa ve kuÅŸağını etkileyen Namık Kemal ve diÄŸer Jön Türk (Yeni/Genç Osmanlılar) ileri gelenleri Avrupa’daki geliÅŸmeleri yakından takip ediyorlardı. Osmanlı için yeni bir canlanma hayal ediyorlardı. Nitekim Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi’nin sonunda “Uyan ey yareli ÅŸir-i Jiyan bu hab-ı gafletten” (Ey kükremiÅŸ yaralı aslan, bu gaflet uykusundan uyan) demektedir. Yaralı aslan da, bu gaflet uykusundan uyanacak olan da Osmanlı’dır. Jön Türkler, Osmanlı’ya bir gençlik aşısı vermek amacındaydılar. Onları etkileyen Batı’daki benzer ülkelerdeki benzer aydın hareketleriydi. ÖrneÄŸin İtalya’nın birleÅŸmesi için Mazzini’nin liderlik ettiÄŸi Genç İtalya hareketi, Almanya’nın birleÅŸmesi için çaba harcayan Genç Almanya hareketi gibi… Bu iki ülkede birleÅŸme, bizde ise dağılmaktan kurtulmak genç aydınların en büyük hayaliydi. Devlete gençlik aşısı yapmak kurtuluÅŸun çaresi idi. Buna İtalyanlar 19. yüzyılın ikinci yarısında risorgimento (birleÅŸme, diriliÅŸ, yeniden doÄŸuÅŸ) ile ulaÅŸtılar. Almanya ise Bismark’ın liderliÄŸinde Prusya’nın öncülüÄŸünde birliÄŸini saÄŸlayabildi.
İkinci MeÅŸrutiyet döneminin genç aydınlarının en büyük hayali devleti kurtarmak olmaya devam etti. Farklı siyasal eÄŸilimlerden gelen Mehmet Akif, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet gibi aydınlar bu hayali gerçekleÅŸtirmek için fikirler ürettiler. Gerçekten de İkinci MeÅŸrutiyet dönemi –tüm diÄŸer olumsuzluklarına raÄŸmen- yakın dönem Türkiye tarihinin entelektüel olarak en verimli yıllarının başında gelmektedir. DeÄŸerli tarihçi, siyaset bilimci ve anayasa hukukçusu Tarık Zafer Tunaya bu yılları “Cumhuriyetin siyasi laboratuarı” olarak tanımlamaktadır. İkinci MeÅŸrutiyet’in son yılı olan 1918, aynı zamanda imparatorluÄŸun dağıldığı, Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlandığı ve umutların iyice karardığı bir yıldı. Savaşın sonlarına doÄŸru Mustafa Kemal PaÅŸa, umutsuzluÄŸa kapılanlara ÅŸunu söylüyordu:
“Her ÅŸeye raÄŸmen muhakkak bir ışığa doÄŸru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaÅŸatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki sonsuz sevgim deÄŸil, bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, ÅŸarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aÅŸkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik görmemdir“.
Dönemin diÄŸer aydınları da geleceÄŸi gençlere emanet etmeyi, yeni bir nesil yaratmayı hayal etmiÅŸlerdi. Nitekim bu nesil Mehmet Akif’te Asım’dır, Tevfik Fikret’te Haluk’tur… Akif’in hayali dinsel hurafelerden kurtulan, Batı’da fen eÄŸitimi alan bir nesildi… Bundan dolayı da Safahat’ta Asım’ı Berlin’e fen eÄŸitimi almaya göndermiÅŸti.
Akif 19 Eylül 1918’de Mondros’un imzalanacağı günlerde İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan sorunlar için Åžark adlı ÅŸiirinde, “emek mahrumu günler”, “tersiz alınlar” ve “Gaza namıyla dindaÅŸ öldüren biçare dindaÅŸlar” ifadelerine yer verirken, Alınlar Terlemeli adlı ÅŸiirinde ise “aheng-i sa’y” (uyum içinde çalışma) çaÄŸrısı yapmakta ve “Bir yurdun alnından boÅŸansın ter” demekteydi. Netice olarak kurtuluÅŸ çaresi asırlar boyu süren tembellikten, miskinlikten kurtulup çalışmak, üretmek ve vatan için terlemekti. Akif geçmiÅŸteki ÅŸanlı günlerin yeniden elde edilebilmesi için çalışmanın, eÄŸitimin, üretimin önemine dikkat çekerken yine Åžark ÅŸiirini karamsarlık karşıtı bir ÅŸekilde bitirmektedir:
"Hayat elbette hakkımdır!" desin, dünya "deÄŸil! " derken
İşte bu gerekirse vatan ve millet uÄŸruna canını ortaya koyarak KurtuluÅŸ Savaşı’nı kazanan ve Cumhuriyet’i kuran genç nesle Cumhuriyet ve devlet emanet edildi. Atatürk, bunu GençliÄŸe Hitabe’sinde de açık bir ÅŸekilde belirtti. Ancak bununla beraber 19 Mayıs sadece bir gençlik bayramı deÄŸildir; tüm milletin bayramıdır. Uzun yüzyıllardan sonra Türk milletinin yeniden uyanışının, Türk Rönesansı’nın bayramıdır. Cumhuriyetin ilk yüzyılını tamamlarken, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında gençliÄŸe ve millete düÅŸen görev, Türkiye’yi insanlık aleminin en saygın ve en müreffeh ülkelerinden biri kılmak olacaktır.