Vaktin zamanında Nasuh adlı bir adam vardı. Tellaklık eder, bu suretle çok kolay olarak kadınları avlardı. Yüzü kadın yüzüne benzediği için kılı tüyü yoktu. Erkekliğini daima gayet iyi gizlerdi. Kadınların hamamında tellaklık ederdi. Kötülükte ve hileyi şeride de pek çevikti. Yıllarca ama yıllarca tellaklık etti, kimse onun halinden, bu çok önemli sırrından bir koku bile alamadı. Çünkü sesi kadın sesine benziyordu, yüzü de kadın yüzüne. Amma şehvette pek yüceydi, pek marifetliydi ve pek uyanıktı. Kara çarşaf giyer, başını örter, peçe takardı. Fakat şehveti çok azgın bir gençti. Bu suretle padişah kızlarını bile pek güzelce keseler, bir güzel ovar ve yıkardı. Tövbe etmekte, ayak diremeye çalışmaktaydı. Fakat kafir nefsi, tövbesini bozdurup dururdu. O kötü işli herif bir arifin yanına gidip “Beni duada an” diye yalvardı. O hür er onun sırrını anladı ama Allahın ilim verdikleri diğerleri gibi o da açığa vurmadı. Dudağı kilitliydi ama gönlünde nice nice sırlar vardı. Dudağını yummuştu ama gönlü sırlarla doluydu. Allah şarabını içen arifler, sırları bilirler ama pek ustaca örterler. İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerlerdi. Arif, tuhaf tuhaf güldü ve dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Allah seni kurtarsın . O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayetinde iyileşti, düzene girdi. Çünkü uluların duası, her duaya benzemez. İnanan kişi Allah’ta yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür. Allah, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder. Ululuk sahibi Allah, onu bunu lanetten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halk etti. Nasuh hamam tasını doldururken Padişah kızının bir incisi kayboldu ve hamamdaki bütün kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular. Önce herkesin eşyasını araştırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar. Herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi çalan da rezil olmadı. Bunun üzerine bütün üstün körü işleri bırakıp ağzını, kulağını vücudundaki bütün delikleri aramaya koyuldular. O sedef güzel inciyi alta üste her yanda araştırmaya başladılar. Hepiniz soyunun, genç ihtiyar herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı. Sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir herkesi aramaya başladılar.
 
Nasuh korkusundan tenha bir yere çekildi. Yüzü, korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları morarmıştı. Ölümünü gözünün önünde görüyor, adeta gazel yaprağı gibi tir tir titriyordu. Dedi ki: Ya Rabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahdlar ettim, sonra onları bozdum. Ben bana layık olanları yaptım. Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı. Arama nöbeti bana gelirse eyvah eyvah ki bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim? Ciğerime yüzlerce kor düştü. Böyle bir keder, böyle bir gam, kafir de bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım medet, medet, medet! Keşke anam beni doğuramasaydı, yahut da beni aslan paralasaydı. Allah’ım sana düşeni yap. Beni, her delikten bir yılan sokmada. Ne taş gibi canım, ne demir gibi yüreğim varmış. Yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim. Vaktim daraldı, bir an için feryadıma yetiş, padişahlık et. Beni bu sefer de koruyup suçumu örtsen ne olur? Her türlü yapılmayacak işlerden tövbe ettim. Bu sefer de tövbemi kabul et de tövbemde durmak için yüzlerce kemer bağlanayım. Bu sefer de kusur da bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme. Hem böyle söylenip titremede, hem katra katra göz yaşları dökmede, hem de cellatların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryat figan etmekteydi. Hiçbir yabancı bile bu duruma düşmesin. Hiçbir dinsiz imansız bile bu feryada uğramasın diyor. Kendine ağlayıp duruyor. Azrail’i gözünün önünde görüyordu. Ya Rabbi, Ya Rabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar onunla beraber Ya Rabbi demeye başladı. O Ya Rabbi derken birden inciyi arayanların sesi duyuldu. ‘’Herkesi aradık, ey Nasuh, sen gel’’ Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendisinden geçti, adeta bedeninden ruhu uçtu. Harap duvar gibi çöküverdi.
 
Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı. Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Allah’a ulaştı. Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. Allah, bir doğan kuşuna benzeyen canını huzuruna çağırdı. Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü. Akılsız fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk’a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu. Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti. Can doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir hale düşüp kalmıştır. Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad’a uçar gider. Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer. Zayıf zerre değerlenir, büyür. Toprakta meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur. Yüz yıllık ölü mezarından çıkar. Melun şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler. Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru izleri kutlu olur. Canı helak eden o korkudan sonra “Kaybolan inci, işte şuracıkta!” diye müjdeler geldi. Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değeri bulunmaz eşsiz inci, bulundu. İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu. Hamam halkının bağrışmasıyla, hüzün gitti ortalık sevinçle, el çırpmasıyla doldu. Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü yüzlerce aydın gün gördü. Herkes ondan helallik istemekte, elini öpüp durmaktaydı. Senden şüphe ettik, hakkını helal et. Dedikoduda bulunduk, adeta etini yedik diyorlardı. Çünkü o, yakınlıkta herkesten önde olduğundan daha ziyade ondan şüphe etmişlerdi. Nasuh, has tellaktı, mahremdi. Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır. Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar; aldıysa mühlet vermiş olalım da bir yere atsın, fikrine düşmüşlerdi. Onun için ondan helallik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı. Nasuh, “Bu bana Allah’ın lutfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden de beterim ben. Benden helallik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum. Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe edenler olabilir, fakat bence apaçık bu. Kim benden birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir. Suçlarımı ve kötü hareketlerimi bir ben biliyorum, bir de onları örten Allah’ım. Önce İblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu. Yaptıklarımın hepsini Allah gördü de göstermedi, bu suretle de kötülük yüzümü sarartmadı. Sonra da yine Allah’ın rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasip etti. Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farz etti. Beni selvi ve süsen gibi azat etti, bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı. Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı. Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı. O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim benzim kırmızılaştı. Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün aleme sığamıyorum. Şükürler olsun sana Ya Rabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın. Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam şükründe acizim. Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka “Keşke kavmim bilseydi, Allah beni ne yüzden yargıladı” diye nara atmaktayım, dedi. Ondan sonra birisi gelip Nasuh’a iltifat ederek dedi ki: Padişahımızın kızı seni çağırıyor. Ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka. Gönlü senden başka tellak istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak senin işin. Nasuh: Yürü yürü elim işten kurtuldu benim. Senin Nasuh’un hastalandı şimdi. Yürü koş acele bir başkasını bul. Allah hakkı için benim elim, işe varmıyor artık. Kendi kendisine de suç, hadden aştı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider? Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben, ölüm ve yokluk acısını tattım. Allah’a sağlam tövbe ettim. Canım, bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam. O mihneti gördükten sonra ancak eşek olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa gider, diyordu.
 
Şimdi bu güzel anlam dolu kıssayı günümüze getirelim, her birimiz önce kendimize uygulayalım! Sonra etrafımıza bir bakalım ne dersler çıkarırız ama değil mi?
 
Işık ve sevgiyle kalın!