Vaktin zamanında İran’da güzel mi güzel bir şehir varmış: Adı da Saba. Burada üç papaz yan yana büyük bir türbede gömülüymüş. Kubbeli damıyla, çok güzel inşa edilmiş türbede üç papaz da henüz ölmüş gibi saçlı ve sakallı haliyle yatıyordu. Papazlardan birinin adının Baltasar, diğerinin Kaspar, üçüncünün de Melkiyor olduğunu öğrendim. Bu papazların hikayelerini öğrenmek istedim. Sorduklarımdan cevap alamadım; kimse öyküyü tam bilmiyordu. Yalnız üçünün de bir vakitler kral olduğunu söylediler. Ama ben yetinmedim. Sonunda öğrendim de.

Bu hikayeyi öğrenmek için bir günlük yola gitmem gerekti.Ertesi sabah, erkenden yola çıktık. Yaklaşık bir gün sonra Ateşperestiden Kalesi’ne vardık. Yani ateşe tapanların şehri Yezd’e.

Bura halkı niçin ateşe tapıyor diye anılıyor, size onu nakledeyim. Bir zamanlar üç kral varmış bu yörelerde. Günlerden bir gün, üç kral bir peygamberin doğduğunu ve mucizeler yarattığını duymuşlar. Ona inanmak için bir deneme yapmak istemişler. Bunun üzerine yanlarına birer parça altın, tütsü bir de hastalıkta kullanılan macun alıp buluşup yola koyulmuşlar.

Altın, tütsü ve macun almalarının hikmeti şuymuş: Eğer çocuk altını alırsa kral, tütsüyü alırsa peygamber, macunu alırsa hekim, olduğuna inanacaklarmış.

Çocuğun doğduğu yere varınca, içlerinden en genci içeri girmiş. Bakmış görmüş ki çocuk kendi yaşında ve kendisine çok benziyor. Çok şaşıp kalarak, dışarı çıkmış. Sonra ikinci kral girmiş o da görmüş ki, çocuk tıpkı kendisine benziyor ve aynı yaşta. o da şaşırıp dışarı çıkmış. Üçüncü kral ki, içlerinde en yaşlısı o imiş girip bakmış çocuğa, hayret çocuk kendisi kadar yaşlı ve kendisine öyle benziyor ki o da şaşırıp kalmış.

Sonra üçü de birbirlerine gördüklerini sıcağı sıcağına anlatmışlar. İlkin gördüklerine inanmak istememiş, duyduklarına şaşırmışlar. Düşünmüş ve hep birlikte içeri girmeye karar vermişler.

İçeri girdiklerinde görmüşler ki çocuk henüz on üç günlük. Bunun üzerine çocuğa getirdikleri altını, tütsüyü ve macunu vermişler. Çocuk üçünü de almış, onlara sıkı sıkıya kapalı kutu vermiş. Üç kral kutuyu alıp ülkelerine dönmek üzere yola düşmüşler. Dönüş yolunda akıllarına kutunun içine bakmak gelmiş. Merakla kutuyu açınca içinde simsiyah bir taş olduğunu görmüşler.

Bir düşüncedir almış üç kralı. Çocuğun neden bu taşı bir kutuya koyup verdiğini bir türlü anlayamamışlar. “ Verdiğimiz üç şeyi de aldı, o halde bu çocuk, hem kral hem peygamber hem de hekim olacak!” diye düşünmüşler. Kendilerine neden verildiğini, bu taş kadar katı ve sağlam olun, mesajını algılayamayıp taşı, az ilerideki kuyuya fırlatıp atmışlar. Birden kuyudan iri uzun alevler gökyüzüne doğru uzanmaya başlamış. Üç kral korkup, bir an ne yapacaklarını şaşırmışlar, çocuğun peygamber olduğuna kanaat getirerek ateşten bir parça alıp ülkelerine dönmüşler.

Sonra da bu ateşi en büyük mabetlerinin bir köşesine koymuşlar. Halk bu taşı kutsal kabul edip ateşi ziyaret etmeye başlamış. Dini bayramlarda, kutsal kabul edilen günlerde, yiyeceklerini bu ateşte pişirir olmuşlar.

O ateş o günden bugüne sönmeden dev bir kupanın içinde özel bir ritüelle beslenerek yanar durur…

Güzel , temiz ve özel insanlar şehridir Yezd.

Işık ve sevgiyle kalın!