Müslümanlıkta tasavvuf, Kur’ân çerçevesinde kabul edilmişti. Ancak, farklı anlayışlardaki insanların anarşist, ihtilâlci ve farklı İslâm tefsirleri zaman zaman ayaklanma ve ihtilallere sebep olmuştur. Yarı dini, yarı siyasi olan bu ihtilallerin en fazla etkili olanı “İsmaili” ihtilalidir. Şii doktirininde, on ikinciye kadar, Ali’den gelenlerin her nesli bir imam tarafından yönetiliyordu; her imam kendinden sonra gelecek olanı gösteriyordu. Bunların altıncısı Câferü’l Sâdık kendisine halef olarak büyük oğlu İsmail’i gösterdi. Söylendiğine göre İsmail şaraba fazla düşkündü. Bunun üzerine Cafer, onu iptal etti ve bir başka oğlu Musa’yı, yedinci imam olarak seçti. Bunun üzerine bazı Şiiler ilk tayinden geri dönmeye imkan olmadığını ileri sürerek İsmail yahut onun oğlu Muhammed’i yedinci ve sonuncu imam olarak kabul ettiler. Yıl yedi yüz altmış idi. Bir asır boyunca bu İsmaili mezhebi önemsiz bir şekilde varlığını sürdürdü. Abdullah İbni Kaddah başa geçince misyonerler göndererek bu “Yedi İmam” doktirinini bütün İslâm âlemine yaymaya başladı. Bu mezhebe girecek olanlar, kabul edilmeden önce sır saklayacaklarına, mezhebe ve mezhebin büyük üstadına kayıtsız şartsız itaat edeceklerine dair yemin ediyorlardı. Yeni girenlere dokuz dereceden geçtikten sonra önlerindeki bütün perdelerin açılacağı söyleniyordu. Mezhebe girenler sekizinci dereceye geldikleri zaman kendilerine ilahi varlığa hiçbir zaman ulaşılamayacağı ve ona hiçbir şekilde ibadet edilemeyeceği söyleniyordu. Eski komünist hareketin birçok artakalanı bir mehdi’nin gelerek yeryüzünde eşitlik ve kardeşlik getireceğini görme sevdasıyla yeni mezhebe girmeye başladılar. Böylece İsmâililik zamanla büyük bir kuvvet kazandı. Kuzey Afrika ve Mısır’a geçerek Fatımi hanedanını yarattı. Dokuzuncu yüzyılda ise az daha Abbasi hilafetine son verecek bir savaşa girişildi.
 
Abdullah İbni Kaddah sekiz yüz yetmiş dört yılında öldüğü zaman, Hemdan İbnül Eşret adlı bir köylü, mezhebin başına geçti. Bu şahıs Karmet adıyla tanınıyordu. Karmet mezhebe öyle büyük bir enerji getirdi ki, bir süre bu mezhebin sâlikleri Karmeti diye anıldılar. Karmet, Arapları yenip, İran İmparatorluğu’nu canlandırmak maksadıyla binlerce taraftarını askere aldı ve taraftarlarını, kazançlarının beşte birini mezhebe vermeye ikna etti. Karmetiler kadın özgürlüğünü ve mal paylaşımında sosyal adaleti müdafa ediyordu. Bunlar işçileri loncalar halinde teşkilatlandırdılar ve Kur’ân’ın kendilerine göre bir tefsirini yaptılar. Karmeti idaresindeki İsmaililer İslâm’ın farzlarıyla alay ediyor, namaz kılmıyor, oruç tutmuyorlardı. 899’da Basra körfezinin batısında bağımsız bir devlet kurdular. 900’de halifenin ordusunu yenerek hemen hemen bütün askerlerini öldürdüler. 902’de Şam kapılarına gelerek Suriye’yi talan ettiler; 924’te Basra ve Kûfe talana uğradı. 930’da Mekke’yi talan ederek otuz bin Müslümanı boğazladılar, Kâbe’nin örtüsünü ve Hacer’ül Esved’i diğer ganimetle beraber alıp götürdüler. Hareket kendiliğinden hızını kaybetti Halk ise bu tehlikeye karşı birleşti. Ancak bu doktrin ve şiddet hareketleri bir asır sonra Alamut İsmaililerine, haşhaşın tahrik ettiği katillere geçti.
 
Fatımiler 969 yılında Kahire’yi hükümet merkezi yaptıklarında İsmaillileri bir büyük loca halinde birleştirip karışık eriştirme usulleri ile çeşitli derecelere ayırarak iktidarlarına destek yaptılar. Bunların üyeleri casusluk ve siyasi entrikada kullanılıyordu. Bu teşkilatın düzeni, Kudüs’e ve Avrupa’ya geçerek, Templierlerin ve başka kardeşlik teşekküllerinin kendilerine has adet törenlerini çok kuvvetle etkiledi.
 
Işık ve sevgiyle kalın!