Mimarlık mesleğinin öğrenciliği çok zordur.  
 
Sebebi, sadece derslerin ağırlığı değildir.  Buradaki  en büyük sorun,  geceyi / gündüzü de katsanız bile ,  ‘zaman’ın  yetmemesinden kaynaklanır. Eskizleri onlarca kez tekrar tekrar çizerken, diğer taraftaki  mühendislik, yapı, sanat derslerine vakit kalmaz. Yüksek matematik, statik, fizik desen,  uykuluyken çalışılmaz falan… Zorluk buradadır. 
 
 Okulu tam 4 senede ve haziranda bitiren 2-3 kişiden biriydim. Listeden son sınav notumu da öğrenince, okuldan evimize deli gibi koşarak geldiğimi biliyorum.  
 
 Babam, annem işteydi. Biraz soluklandıktan sonra bir dosya kağıdına büyük harflerle BEN MİMARIM diye yazıp, iki ucunu delip iğle boynuma astım, onları öyle karşıladım. Sonrasında da bir süre, ailemin kahkahaları arasında  ip öylece boynumda gezdim. Arada bir de, ‘’Artık  hiç!hiç! hiç! ders çalışmayacağım!’’ diye bağırarak, yılların hırsını da almayı ihmal etmedim.  
 
 Bir süre sonra evlendim . İlk iş yerimiz olan İskenderun Demir Çelik Fabrikalarında iş başladık. Taze iş kadını, taze gelin, taze gurbetçi olarak ilk zamanlar ilgi odağı oldum tabii.  Okul ve meslek heyecanım hala geçmemiş olacak ki,  biri sorsa da, mesleğimi söylesem diye yanıp tutuşuyorum!   
 
Ne kadar sonra bilemeyeceğim bir tarihte, biz bir grup aileyi, Demir Çeliğin hemen karşısında yer alan Karayılan Köyünde bir eve davet ettiler. 
 
Bu köyün adı bana, gittiğim ilk yıllardan itibaren ürküntü yermişti. O zaman anlattıklarına göre gerçekten de kara yılanları ile ünlüymüş. Allahın 50 derece sıcağı. Yazın, yerden buğunun yükseldiğini gözlerinle görürsün. Tependen, saçlarından inen tuzlu terler kirpiklerinden kurtulup gözüne girdiğinde, etrafı  bir tül perdesinin ardından bakar gibi iki misli buğulu seçersin. Her yer bakir, dağ, taş, çalı çırpı. Buraları yılanlar sevmesin de nereyi sevsin?   
 
Neyse… İçeri geçtik ama dağıldık, haremlik- selamlık olduk. Bizi, büyücek bir misafir odasına aldılar.  
 
Tam karşıdaki sedirde,  rengarenk basmalar içinde, saçı, elleri kınalı bir hanımağa, bağdaş kurmuş, heybetiyle oturuyor. Biz de sağlı sollu sedirlere sıralandık. 
 
Hanımağa hemen iki yanıbaşına  kızların, gelinlerini oturttu ve başladı sırayla sormaya: 
 
Hanım gızım ne iş yapan? 
…Öğretmenim teyze 
Herifin ne iş yapar? 
Mühendis teyze. 
Gızım sen ne iş yapan? 
Hemşireyim teyze 
Herifin ne iş yapar? 
Sağlık Müdürlüğünde doktor 
Gızım sen ne iş yapan? 
Ev hanımıyım teyze 
Herifin ne iş yapar? 
Ustabaşı… 
 
Böyle sürüp giderken sıra bana geldi. 
 
-Mimarım teyze, dedim. 
 
Hanımağa bir duraladı. Tam duyamadığını zannederek bir daha sordu.  
 
Ben de tekrar:  
 
Mimarım… dedim. 
 
 Bu kez de anlamadı ama merak da etti.  Yanında oturan  genç kadına döndü: 
 
Bu ne diyo? 
 
Kız da bilmiş bilmiş cevap verdi: 
 
Ana, memurmuş da, kibarcasını  diyo. 
                              *** 
 
Aradan 50 yıl geçti.  
 
Bu yaşıma geldim, hala mesleğimi sorduklarında, şöyle birkaç saniye ‘nasıl desem’ arası veririm.