​Halk ozanlarımızın, şairlerimizin dizeleri öylesine derin duygular içeriyor ki, bunların birçoğu müziğimize, türkülerimize yansımış, ses vermiş ve ölümsüzlük kazandırmış.

Sözleri Yusuf Hayaloğlu'na ait şu dörtlükteki her bir sözcük duygularımızı sarıp sarmalamıyor mu?

Ne dersiniz?...

 

''Şu dağlarda kar olsaydım

Bir asi rüzgar olsaydım

Arar bulur muydun beni

Sahipsiz mezar olsaydım''

 

Bu dizeler tepesinde çoğu kez kar eksik olmayan Beydağı'nın eteğinde yer alan doğduğum, köklerimin olduğu kent Malatya'ya özlemimi büyütüyor, derinleştiriyor.

Yazın sıcak günlerinde çocukluğumuzda sokaktan kar satıcıları geçerdi. Binek hayvanlarına özel taşıyıcılarda yükledikleri karı;

''Beydağı'ndan kar geldi, kaaar diye bağırarak satarlardı.

Çarşıda dondurmanın çok kısıtlı yerlerde yapılıp satıldığı, evlerde buzdolaplarının olmadığı o dönemde 'Kar Helvasını' soğuk soğuk yemek biz çocuklar için ne keyifliydi.

Temiz olmadığını düşündüğü için annem sokaktan kar almamızı yasaklamıştı. Eğer evde değilse satıcının sesini duyar duymaz ablamın engellemesine karşın çıkıp alır ve pekmezle karıştırarak yerdim.

Bu arada anneme söylememesi için ablama da bir sus payı vermem gerekirdi...

Kışın geldiğini yalnız soğuklardan değil, Beydağı'nın tepelerinin karlanmasından da anlardık.

Bir zamanlar yoğun kaysı bahçeleri vardı bu yüce dağın aşağı bölümlerinde. Mart sonu ya da nisan başında beyaz-pembe arası renkte çiçek açan bahçelerin tepelerdeki karla bütünleşen doyumsuz görünümü fotoğraflara yansırdı.

Kaysı bahçelerinin çoğu şimdi rant uğruna beton yığınlarıyla ortadan kaldırıldığı için o güzellikler ve fotoğraflar artık yok!..

Yalnız fotoğraflar mı yok olan? Asırlardır süregelen özel kültürünü, düşünce yapısını da yitirdi Malatya.

Kentli olmayanların göçle gelmesi, köy ve ilçelerdekilerin gelip yerleşmesiyle bambaşka bir Malatya ortaya çıkmış oldu. 

1998 Yılında İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı benden 'Manyetik Rezonans Görüntüleme' ile ilgili bilimsel bir toplantı düzenlememi istemişti.

Temmuz ayının ilk haftasında Ege'den bir grup öğretim üyesiyle birlikte Elazığ üzerinden gittik Malatya'ya ve 'Altın Kaysı Oteline' yerleştik.

Bilimsel toplantıdan sonraki gün arkadaşlarım Nemrut Dağını gelmişken görmek istediklerinden onlar erkenden yola koyulduktan sonra ben de otelden ayrılıp babam Tevfik Günel'in uzun yıllar başöğretmen olarak görev yaptığı 'Sümer İlkokulunu' görmek istedim.

Okul binası, bahçe biraz eskimekle birlikte yine de yerli yerindeydi, ancak yaşanan günler uçup gitmişti.

Taksi ile önce evimizin olduğu Mücelli Caddesi Özbek Sokağa ulaştım, daha sonra okuduğum Malatya Lisesini görmek istediğimi söylemiştim bekleyen taksiciye. Ancak anılarımı süsleyen lisemi de yerinde bulamayacaktım...

Nereye baksam geçmişe ait fazla bir şey yakalayamıyordum. Bir kent bu kadar mı değişir ve adeta kendini yok ederdi.

Sokaklarda, caddelerde benim bildiğim görmüş geçirmiş köklü Malatyalı kadınlar ve erkekler değil değişik kıyafetli ve görünümlü insanlar dolaşıyordu.

Anlaşılan köksüzlüğe ait her şey Malatya'ya kadar da uzanmıştı.

Otele çok karmakarışık duygularla dönmüştüm. 

Bir zamanlar Doğu Anadolu'nun en güzel yörelerinden olan Malatya'da yaşadığım 'Aydınlık Günlerimin' özlemi içinde kentin simgesi olan o heybetli dağa şimdi çok uzaklardan, İzmir'den sesleniyorum.

''Beydağı'nda Kar Olsaydım Olsaydım...''