İzmir, bugün Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve Cumhuriyet değerleri açısından Türkiye’de ayrıksı bir özelliğe sahiptir. Kentin bu özelliği tarihsel arka planı ile ilgilidir. Osmanlı döneminde hinterlandı ile birlikte zengin bir ihracat limanı olarak çok dinli ve çok etnik kimlikli yapısıyla kozmopolit özellikler göstermekteydi. Bu özelliği 19. Yüzyılda tepe noktaya ulaştı. Ancak imparatorluğun dağılma süreciyle sarsıldı ve Yunan işgaliyle (1919) birlikte sona erdi. 3,5 yıl süren acılı işgal dönemi başladı. Kentin işgali Türk Kurtuluş Savaşı’nın ana tetikleyicilerinden biri oldu. Çünkü İzmir, Kurtuluş Savaşı’nın “kızıl elma”sıydı, nihai hedefiydi. İmparatorluğun son yüzyıllık süreci içerisinde kozmopolit yapıyı sona erdiren nedenlerden biri de azınlıklar arasında ortaya çıkan ayrılıkçı milliyetçi akımlardı. Bunlardan biri de Megali İdea idi. Balkanlardaki ayrılıkçı milliyetçi akımlar İttihatçı subaylar/aydınlar arasında nasıl tepkisel milliyetçiliği doğurdu ise, aynı durum İzmir’deki Türk aydınları için de geçerliydi. Nitekim Hasan Tahsin’in 15 Mayıs 1919’da ilk kurşunu atması bunun sonucudur. Sol kimliği ile bilinen, Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) diye gazete yayınlayan Hasan Tahsin’in yanı sıra dönemin çoğu aydını –Hürriyet ve İtilafçılar hariç- ister sağ ister sol çizgide yer alsın, Milli Mücadele saflarında yerlerini aldılar. Oluşan ruh, Müdafaa-i Hukuk ruhuydu. Bugün yaşadığımız bu vatanı, Mustafa Kemal başta olmak üzere özgürlük ve bağımsızlık aşkıyla yanan bu nesle borçluyuz.

Elimde Richard Clogg’un Yunanistan’ın Kısa Tarihi var (Boğaziçi Üniversitesi Yay.). Clogg, kitabının 100. Sayfasında kenti Yunan işgalinden kurtaran Türklerin yaktığın söylüyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin yayınladığı çeşitli ülkelerin (Almanya, Fransa, İspanya, Rusya) kısa tarihlerini anlatan bu seri gerçekten çok iyi. Ancak Clogg’un analizlerinin ve yorumlarının çok da sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değil. Bir hayli Yunanistan “güzellemesi” içeriyor.

Aslında İzmir’i Türklerin yaktığını dile getiren Türkler de var. Bunların Kurtuluş Savaşı’nı Yunanlılar kazansa daha iyi olurdu diyen kafadan çok da farkları yok. Siyasal ve ideolojik körlük, tarihsel gerçekleri örtemez. Kaynak açısından çok uzağa gitmeye gerek yok, aşağıya üç kaynak sıralayacağım:

Talat Yalazan, Türkiye’de Yunan Vahşet ve Soykırımı, Genel Kurmay Başkanlığı Yay., Ankara, 1994.

Halide Edib-Yakup Kadri-Falih Rıfkı-Mehmet Asım, İzmir’den Bursa’ya, Atlas Kitabevi, İstanbul.

Kamil Su, Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1982.

Kitapların içinde yer alan bilgileri buraya aktarmak istemiyorum. Dün akşam tekrar okudum. İnsanın tüyleri diken diken oluyor, midesine yumruk yemiş gibi hissediyor. Merak eden açar okur.

İzmir yangını ile ilgili olarak atlanan şeylerin başında sadece İzmir’in yanmasının dile getirilmesidir. Oysa Yunan ordusu, 26 Ağustos’tan 9 Eylül’e kadar hızla çekilirken ülkenin en gelişmiş, en verimli topraklarını, şehirleri yakarak ve insanlarını öldürerek, tecavüz ederek çekildi. Uşak, Eşme, Manisa, Turgutlu, Alaşehir ve Salihli gibi şehirler de bundan payı aldı. Sanki Ege bölgesinin önemli bir bölümü yakılmamış ve tahrip edilmemiş gibi İzmir yangınına odaklanarak burayı Türkler yaktı demek, akıl ve insaf duygularıyla örtüşmediği gibi gerçeklerle de örtüşmemektedir.

9 Eylül İzmir’in kurtuluşu ve Kurtuluş Savaşı’nın sonu olarak kabul edilir. Bundan şehrin Kurtuluş Savaşı’nın kızıl elması olarak görülmesinin etkisi büyüktür. Oysa İzmir’in ilçeleri Urla’nın kurtuluşu 12 Eylül, Karaburun’un kurtuluşu 17 Eylül’dür. Ordu, tüm gücünü kullanmış, Afyon’dan İzmir’e Yunan tahribatını azaltmak için var gücüyle gelmiştir. Burada en önemli görevlerden birini Fahrettin Altay’ın süvarileri yapmıştır. Yorgunluk ve tükenen enerji ve imkanlar, Karaburun’un kurtuluşunu 8 gün sonraya bırakmıştır.

İzmir, 1922’de ülkenin en gelişmiş kentiydi. İstanbul, henüz işgal altındaydı ve ne olacağı belli değildi. Ankara bir kasaba irisinden öte bir yer değildi. Hinterlandıyla beraber ülkenin en önemli ihracat bölgesi olan İzmir’i, 3,5 yıllık aradan sonra geri alan Türklerin bu zengin şehri yakmaları mümkün değildir. Nitekim bu konuda yapılan araştırmalar, geçmişte yayınlanan raporlar bunu ortaya koymaktadır. Ünlü Greskoviç raporunu merak edenler bulup okusun, Sevgili Oktay Gökdemir’in hazırladığı İzmir Yangını belgeselini izlesin.

İzmir’in kazananlar değil, kaybedenler yaktı. Kaybedenler arasında elbette ki Ermenileri de saymak gerekir. 1922 Eylül’ünde kent kurtuluş günlerini yaşarken ve Türk ordusu İzmir’e girerken pek çok ülke vatandaşını gemilere doldurup götürdü. İşgalci Yunan ordusu ve halkı da kenti terk etme, gemilere binme derdindeydi. Peki Ermenilere kaçırıp kim götürecekti? Onlar bu konuda daha az şanslıydılar. Üstelik bu zengin kenti, mallarını, mülklerini, ihraç mallarıyla dolu depoları niye Türklere bıraksınlardı ki? Bunun için enayi olmak gerekirdi herhalde… Türklere yanmış, yıkılmış bir kent bırakmayı tercih ettiklerini söylemek gerekir. Bize yar olmadı, size de yar olmasın mantığı…

Nitekim, İzmir yangınının enkazını ortadan kaldırmak bile kolay olmamıştır. Yangın molozlarının kaldırılması için 1930’ların ortasını ve Fuar için alan açılmasını beklemek gerekmiştir. Bunun temel nedeni belediyenin içinde bulunduğu fakirlik ve imkansızlıklardır. Ama yine de Cumhuriyetin ilk yıllarında kent, Kazım Dirik’in valiliğinde ve Behçet Uz’un belediye başkanlığında küllerinden yeniden doğmayı başarmıştır.

 

Not: İzmir yangını ile 6-7 Eylül olayları arasında bağ kurmaya çalışmak da abesle iştigaldir. 6-7 Eylül olayları tarihimizin en utanç verici olaylarından biridir. Tarihimizde bunun dışında pek çok olumlu olaylar da vardır. Bunların başında İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yunanistan’a yapılan yardımlar gelmektedir. Kenti ülkemizde ekmeği karneye bağlamışken açlık ve sefalet çeken Yunanistan’a yardımda bulunmuştuk. Milli Şef İnönü döneminde… Biraz da bu tarafları görmek gerekir sanırım…