Türklerin Anadolu’yu yurt tutmalarının bin yıllık tarihi var. Ama bu tarih, 1400 yıllık İslam tarihinin dışında ve ötesinde 2000-2500 yıllık bir tarihe dayanıyor. Tarihin Anadolu kısmı ise Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam etti ve Türkiye Cumhuriyeti ile son halini aldı. Bu tarih, devletlerin ismi değişse de Türk tarihinin bir parçasıdır. Biri diğerinin rakibi ve düşmanı değildir. 

Türklerin tarih boyunca kurdukları devletler içerisinde en uzun ömürlü olanı Osmanlı oldu. Üç kıtada at koşturan 600 yıllık imparatorluk Viyana önlerine kadar gitti. Bu kısmını hepimiz biliyoruz, övünerek anlatıyoruz. Iskaladığımız, görmezden geldiğimiz bir kısım daha var. Viyana önlerinden Sevr’e nasıl gelindi? Temel soru bu… Bu soruya adam akıllı cevap verilmediği gibi Osmanlıyı övelim derken Türkiye Cumhuriyeti’ni ötekileştirme eğilimine girildiği de görülüyor. Oysa üç kıtada at koşturan imparatorluk bir tarım imparatorluğu idi, yarattığı tüm hegemonyaya ve kültürel eserlere rağmen yıkıldı. Çünkü değişen dünyayı yakalayamadı. Tarım toplumundan ve ona dayalı üretim ilişkilerinden, bunun dayandığı siyasal yapıdan kurtulamadı. Hem de tüm modernleşme çabalarına rağmen… Ama yine de bu modernleşme çabaları, onun ömrünü uzattı. Avrupa’nın yayılmacılığına bu kadar uzun süre direnebilen bir başka devlet çıkmadı. Bununla birlikte sonuç değişmedi. Osmanlı yıkıldı. Modernleşme çabası ve sahip olunan tarihsel miras, onun ömrünü uzatırken Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurulmasına zemin hazırladı. 

Viyana önlerinden Sevr’e nasıl geldiğimiz meselesi bugün tekrar sorulması gereken bir soru olarak ortada duruyor. Aslında Cumhuriyeti kuran kurucu kadro, başta Atatürk olmak üzere bunun analizini yapmıştı. Tarım toplumuna, geleneksel (ortaçağ) kurumlarına dayalı sosyal, ekonomik ve siyasal yapıyı yıkarak modern bir toplum yaratmayı önlerine hedef olarak koydular. Topyekun modernleşmeyi benimsediler. Toplum eğitimine yöneldiler, endüstri devrimine giriştiler. Nitekim 1923’te Mustafa Kemal, Yeni Türkiye’nin Osmanlı gibi fetihçi bir devlet olmayacağını, bir iktisat devleti olacağını hedef olarak önümüze koydu. Toplumsal motivasyon ile çalışmak, hedefe gidişin araçları olarak gösterildi.

Ülkemizde esen milliyetçi rüzgar ile Malazgirt daha görkemli bir şekilde kutlanmaya başladı. Bunda bir sakınca da yok. Törenlere Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin de katılacağı belirtildi. Gönül isterdi ki aynı görkem, Büyük Taarruz için de olsun. Keşke Akşener ve Kılıçdaroğlu da Afyon’daki törene katılsaydılar. 

Anadolu’yu yurt edinmek kolay olmadı. İş Malazgirt’te başladı ama Haçlı Seferlerinden tutun da Moğol istilasına kadar pek çok saldırı def edildi. En son 1878’den 1918’e büyük toprak kayıplarıyla Mondros ve Sevr’e gelindi. Elden İzmir de İstanbul da çıktı. 

26 Ağustos 1071 olmasaydı Anadolu vatan olmazdı ama 26 Ağustos 1922 olmasaydı Anadolu vatan olarak kalmazdı. İzmir’in fethini, İstanbul’un fethini kutlayalım. Ancak İzmir’i, İstanbul’u kurtaran lideri, Atatürk’ü unutmayalım. Birini atlayıp diğerini kutlamak, milliyetçilik değildir. Geçmişe sahip çıkıyoruz derken Türkiye Cumhuriyeti’ni öksüz ve yetim bırakmayalım. Fethi hatırlayıp kurtuluşu unutursak, fethedeni hatırlayıp kurtaranı unutursak tarih bizi affetmez.