Seçim sonuçlarını sıcağı sıcağına değerlendirmek eksik ve yetersiz olacaktır. Bununla beraber belli başlı noktalara değinmek gerekir. Seçim sonuçlarını 1 Kasım 2015 genel seçimleriyle karşılaştırmak bize sonuçları daha anlaşılabilir kılacaktır. 

1 Kasım seçimlerinde AK Parti’nin aldığı oy % 49,5… % 7 oy kaybı var. % 42,5… Bunu temelde ekonomik sorunlarla açıklamak gerektiği fikrindeyim. 24 Mayıs 2018 tarihinde “Türkiye’de ekonomik krizlerin kısa tarihi ve siyasal sonuçları” adlı yazımda ekonomik krizlerin Türk demokrasi tarihindeki etkisini anlatmış ve şunları söylemiştim:

“Görüldüğü üzere devalüasyonlu ekonomik krizler, iktidarın mutlaka düşmesine yol açıyor. İster seçimle olsun, ister darbeyle… Ancak burada üzerinde durulması devalüasyon miktarıdır. Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi meselesi… Bir gecede Türk lirası, dolar ya da euro gibi yabancı paralar karşısında iki katı civarında değer kaybetmişse ciddi bir devalüasyonla karşı karşıyayız demektir. Nitekim 1994 ve 2011 krizlerinde böyle oldu. 1958 krizinde ise dolar 2,80 liradan 9 liraya çıktı.  (…) 

Bugün yaşanan kısmi devalüasyondur. Doların 4,90’ları gördüğü bir ortamın sonucu mutlaka sandığa yansıyacaktır. Nitekim 2008-2009 krizi sırasında –ki teğet geçtiği söylenmişti-, yerel seçilerde AK Parti oyları % 38’e gerilemişti”. 

Benim de beklentim AK Parti’nin % 38 - % 40 bandında oy alacağı şeklindeydi. Umduğumun birkaç puan üzerinde oy aldı. Mevcut sistemin % 50+1 gerektirdiğinin farkında olan AK Parti, her zamanki pragmatizmiyle MHP ile ittifak yaparak doğru bir hamle yaptı. 

Kamuoyunu şaşırtan ve ama beni şaşırtmayan MHP’nin aldığı oy oranıdır. İYİ Parti’nin varlığı ve AK Parti ile ittifakın MHP’ye oy kaybettireceği söyleniyordu, hatta bu yaygın bir inanıştı. Ancak beni izleyenler MHP ile ilgili analizimi bilirler. AK Parti-MHP ittifakını, MHP açısından olumlu değerlendirmiştim.  Örneğin “Yeni sistemin olası riskleri...” adlı 8 Haziran 2018 tarihli yazımda, “Kaçınılmaz olarak yeni sistem, seçim ittifaklarının önünü açtı. Bu MHP’nin yıldızını parlatıp, gizli koalisyon ortağı konumuna taşıdı onu. Böyle MHP, küçük muhalefet partisi olmaktan çıkıp uzun yıllar aradan sonra devlette ve siyasette söz sahibi oldu, belirleyici bir konuma geldi” demiştim. 

Yine sıklıkla yinelediğim şey şu idi. MHP, kendisini devletle özdeşleştiren parti. CHP’den sonra Türkiye’nin en eski, en kurumsal partisi. Devletin düşmanını kendine düşman bellemiş bir parti. 1970’lerde devletin düşmanı komünizm idi, 1980 sonrasında PKK. Sırasıyla MHP’nin düşmanı da onlar oldu. 1990’larda devletin düşmanı olarak terörün yanına irtica/siyasal İslam geldiği için 1999 seçimleri sonrasında Fazilet Partisi ile değil, DSP-ANAP ile koalisyon kurdu. 2001 ekonomik krizinden en az hasarla çıkan parti MHP oldu. Barajın altında kalsa da DSP ve ANAP gibi yok olup gitmedi. Küllerinden yeniden doğmayı başarabildi. 

2011-2012 döneminde açılım süreci başladığında AK Parti’nin en büyük eleştireni MHP oldu. 2015 genel seçimleri sonrasında (7 Haziran ve 1 Kasım), AK Parti’nin açılım sürecine son vererek, kararlı bir şekilde terörle mücadeleye yönelmesi, MHP’nin uzun süredir istediği bir şeydi. Ve bu, iki partinin işbirliğini kolaylaştırdı. Oysa 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında CHP ve HDP destekli hükümet kurulmasını önermek, MHP’ye intihar etmeyi önermek gibi bir şeydi. Dönemin siyasi aktörleri bunu nasıl hayal edebildiler anlamak mümkün değil. Elbette ki MHP, HDP ile değil AK Parti ile yakınlaştı. Üstelik iki partinin ideolojik akrabalığı (muhafazakarlık üzerinden) ve seçmen tabanı arasındaki yakınlık da malum. İlave olarak 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, iki parti arasındaki yakınlaşmayı kader ortaklığına dönüştürdü ve oradan da 16 Nisan 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine ilişkin anayasa değişikliğine/sistem değişikliğine kadar götürdü. 

Sonuç olarak MHP, Devlet Bahçeli eliyle AK Parti’nin “gizli” koalisyon ortağı haline geldi. Bahçeli’nin deyimi ile sistem içerisinde “kilit” bir role sahip ve bir tür “kontrol” mekanizması olarak iş görecek gibi… Bu ne kadar sürer? AK Parti pragmatizmi bunu nereye kadar taşır? Şimdilik küçük gerginlikler dışında sorun yok gibi görünüyor.  

Gelelim Muharrem İnce’ye… 21 Haziran 2018’deki İzmir mitinginin ardından “Yorgun Demokrasimizin Restorasyon İhtiyacı” adlı yazımda (22 Haziran 2018), “Dün İzmir’de Muharrem İnce’nin mitingi vardı. Yüz binlerin toplandığı meydandaki yoğun kalabalıkta müthiş bir heyecan ve coşku vardı. Uzun zamandır muhalefet saflarında görülmeyen bir durumdu bu. Kalabalıkta CHP tabanının yanı sıra partili olmayan, sıradan seçmenin varlığı da hissediliyordu. İnce’nin 2015 genel seçimlerinde CHP’nin İzmir’de aldığı % 46’lık oyun ne kadar üzerine çıkacağını merak ediyorum. İzmir’de % 50’yi ne kadar geçecek? % 60 bandına yaklaşacak mı? İnce’nin Türkiye ortalamasında, + 5 puan alarak % 30 eşiğinin üzerine çıkması büyük bir olasılık” demiştim. 

Dünkü seçimlerde CHP, İzmir’de oy kaybetti. Elbette ki milletvekili seçimi itibarıyla. % 41,5’a geriledi oyları. % 5’lik kayıp oyların İYİ Parti ve HDP arasında dağıldığı belki söylenebilir. Ancak kesin bir analiz yapabilmek için mahalle seçim sonuçlarını ayrıntılı olarak incelemek gerekiyor. CHP’nin ülke genelinde aldığı oylardaki 3-4 puanlık oy kaybını da böyle açıklamak –şimdilik- mümkün. Bu kayıplar sadece milletvekili seçimlerinde olmuş görünüyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde İnce’ye dönmüş. İnce klasik % 25-26’lık CHP oyunu korumuş, üzerine % 5 ilave etmiş durumda. Söz konu oyların tüm parti tabanlarından geldiğini söyleyebiliriz. Ancak yine de ayrıntılı analizlere ihtiyaç var. 

İnce’nin İzmir’de aldığı oy % 54. Tahmin ettiğim üzere % 50 bandını aştı. 

İnce’nin gösterişli İzmir, Ankara ve İstanbul mitinglerinin İnce seçmenini mobilize ettiği gibi, Erdoğan’ın seçmenini de tersinden mobilize ettiği düşünülebilir. “Ya İnce gelirse” kaygısı, Erdoğan’a yönelimi son birkaç günde arttırmış olmalı. 

Benim şahsi seçim tahminim CB seçiminin ikinci tura kalacağı yönünde idi. Erdoğan’ın % 45-48 bandında oy alacağını düşünüyordum. 22 Haziran tarihli yazımda, “Erdoğan’ın % 45’in üzerinde oy alması durumunda, bu O’nu ilk turda kazanamasa da ikinci turda en güçlü aday kılacaktır. Erdoğan’ın % 45’in altında kalması, İnce’nin % 30’u geçmesi muhalefet bloğu açısından büyük bir moral olacaktır. Erdoğan’ın % 45 üzerinde aldığı oy da iktidar bloğu için büyük bir moral olacaktır” demiştim. 

Bu bağlamda İnce’nin % 30 eşiğini/psikolojik sınırını aşması, İnce’nin başarısı. Başarısız olan ise diğer adaylar. Akşener ve Karamollaoğlu, umulanın altında oy aldı. Bu oylar Erdoğan’a gitti. İkisinin alacağı + % 2 oy tabloyu bambaşka bir noktaya taşıyabilirdi. Aslında bu durum Demirtaş için de geçerli. Toplam + % 2’lik oyların Erdoğan’a gitmediğini düşünürseniz % 45-48 bandına gerilediği görülecektir. AK Parti tabanı fire vermediği gibi MHP tabanı da fire vermedi. Oysa MHP tabanının Cumhur ittifakına oy verip Erdoğan’a daha az oy vermesi bekleniyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. Bunda uzun yıllardır istenen terörle mücadelenin gerçekleşmesi, MHP’nin siyasal yaşamda kilit bir rol üstlenmesi, devlet bürokrasisinde Fethullahçıların boşalttığı yerleri ağırlıklı olarak Ülkücü kökenlilerin doldurması bir memnuniyet ifadesi olarak sandığa yansımış olmalı. 

Seçim kampanyası sürecini bir kenara bırakırsak, seçim gecesindeki spekülasyonlara dair birkaç şey söylemek isterim. Bir ülkede seçimlerin dürüst yapılmayacağına ilişkin bir inanç oluşması son derece utanç verici. Ayıp. 1950’de “Demokrasi Devrimi”ni İnönü liderliğinde yapmış bir ülkede artık bunlar yaşanmamalı. Ancak CHP ve İnce’nin seçim sonrasını koordine edemedikleri, beceriksizlik sergiledikleri de açık. Seçimlerde usulsüzlük yapılacağına dair iddialar dolayısıyla CHP ve İnce ekibi, bir birim oluşturdular. Adil Seçim Sistemini temin edeceklerdi. Parti Genel Merkezi’nden aldığım bilgiye göre saat 21.00 itibarıyla oyların sadece % 5’i sisteme girilebilmişti. Saat 23.30 itibarıyla oran % 60 idi. 600 bin sandık görevlisi olduğunu belirtip, sonuçları sisteme girememek nedir? Çuvallamaktır. Beceriksizliktir. Anadolu Ajansı ile polemiğe gireceklerine oyların peşine düşmeleri gerekmez miydi? Anadolu Ajansı’nın sergilediği tavır beklenen bir şeydi… Dolayısıyla şaşırmaya gerek yoktu ki. Siz önleminizi alacaktınız. Alamadınız. Süreci yönetemediniz. Olayın özeti bu. Seçim kampanyasını ve sandık sonuçlarının toplanmasını kimlere emanet ettiklerini ben biliyorum. Lütfen parti yönetimi de açıklasın. Bunlar profesyonel isimler mi? Yoksa başka şey mi?

İnce’nin seçmenleri, sandık görevlileri gece yarısı oy torbaları ve seçim kurullarının peşindeyken, İnce’nin açıklamasını İsmail Küçükkaya’dan duymamalıydı. Bu çok kötü bir durumdur, ayıptır, onur kırıcıdır, ortada bırakılmışlık hissi yaratacaktır. Bunu tamir etmek hiç de kolay olmayacaktır. Üstelik bunca yıllık deneyimli politikacıların bunu yapmaması gerekirdi. 

Bir anıyla yazımı bitireyim. CHP’nin 1980 öncesinde Konya senatörlüğünü yapmış Erdoğan Bakkalbaşı, bir sohbetimizde 12 Eylül’ün ardından Ecevit’in CHP genel başkanlığından istifa ederek, “Partililerini Camii avlusunda bırakılmış” duruma düşürdüğünü öfkeyle dile getirmişti. Ecevit’i seven, saygı duyan biri olarak bu tanımlamadan rahatsız olmuştum. Ancak sanırım, CHP yönetimi ve İnce, seçim akşamı aynı hissi seçmenlerine yaşattılar.  

Sonuç olarak şöyle bağlayayım:

Her şeyin kötüye gittiğini düşünen çırak seslenmiş ustasına: 

"Ustam ne yapacağız şimdi?”

Gülümsemiş usta ve şöyle seslenmiş çırağına:

"Çay koy genç adam… Yeniden başlıyoruz…."

Cumhuriyetin kurucularını rol modeli alanların moral bozmasına gerek yok. Sadece ben kendi adıma çay değil, Türk kahvesi koymayı tercih ediyorum...