Türkiye’de işçi örgütlenmelerinin ve grevlerinin kökünü İkinci Meşrutiyet dönemine kadar gider. Bununla birlikte modern anlamda sendikal örgütlenme, 1946’da çok partili hayata geçtikten sonra sendikal örgütlemeye olanak sağlanmasıyla oluştu. Sendikal örgütlemeye CHP iktidarı izin verse de grev hakkı tanımaya yanaşmadı. Bu noktada CHP greve karşı tavır alırken DP grevden yana tavır sergiledi. Dönemin DP yöneticileri sıklıkla bu konuyu gündeme getirdiler ve bu hakkın tanınması gerektiğini belirttiler. Örneğin 1950 seçimlerin hemen öncesinde DP’nin kurucularından ve önde gelen isimlerinden Fuat Köprülü, İşçi Sendikaları Birliği’nin 5 Şubat’ta Eminönü Halkevi’nde yapılan kongresinde grev hakkıyla ilgili olarak şunları söylemişti:
“Biz grevin işçinin tabii bir hakkı olduğuna inanıyoruz. 
 
Rusya ve Amerika işçisi arasındaki farka bakınız. Rusya’da işçi Firavunlar devrinin kölesi gibi hiçbir hakka sahip değilken, Amerika’da ise amele sınıfının seviyesi bizim orta sınıfın üstündedir ve bu içtimai adalet ve insanlık prensibinin bir neticesidir”.
 
1950 seçimlerinde CHP’nin uğradığı seçim yenilgisinin şaşırtıcı olduğu söylense de dönemin basını ve arşiv belgeleri incelendiğinde, seçim yenilgisinin belirtileri açık bir şekilde hissedilmektedir. Her şeyden önce basının büyük bir bölümü ve aydınların çoğunluğu DP yanlısıdır. Toprak Mahsulleri Vergisi ve Yol Vergisi gibi uygulamalar köylü kesimlerinin DP’ye yönelmesinin başlıca nedenlerindendir. Ekonomiye yönelik devlet müdahaleciliğinin –Varlık Vergisi dahil- iş çevrelerini rahatsız etmesi, bu kesimlerin DP’ye sempati duyması neticesini beraberinde getirdi. 1950 seçimleri öncesinde DP, işçilere grev hakkı tanıyacağını vaat ederek bu kesimin desteğini büyük ölçüde aldı. Çünkü CHP işçilere grev hakkı vermenin zamanının gelmediği fikrindeydi. Bu noktada DP, CHP’nin daha ilerisinde ve liberal bir parti görünümü çiziyordu. DP, iktidara geldiğinde işçilere grev hakkı vaadini tutmadı. CHP ise, muhalefete düştükten sonra, 1950’li yıllarda işçilere grev hakkını vaat etmeye başladı. 
 
İlk olarak 1953 yılında CHP, grev hakkını tanımaktan yana tavır aldı. İktidardan ayrılalı 3 yıl geçmişti ve 1954 seçimleri yaklaşmaktaydı. CHP Kurultayında kabul edilen programda memurlar dahil tüm çalışanlara ve işverenlere mesleki dernek, sendika, federasyon ve konfederasyon kurma hakkı yer aldı (madde 37). CHP şartlı da olsa grev hakkını tanımaktaydı: “… vatan müdafaasını ve geniş ölçüde vatandaş sağlığını ve memleket asayişini bozmamak kayıt ve şartları altında, işçiye grev, buna karşılık da işverenlere İş Kanunu hükümleri dairesinde lokavt hakkı tanır” (madde 40). 
1954 seçimleri öncesinde İnönü, İstanbul gibi işçi nüfusunun yoğun olduğu bir şehir olan İzmir’de de işçi sorunlarını gündeme getirdi. Kurultaylarında grev meselesini incelediklerini, olumlu bir karara vardıklarını ve bu kararın arkasında durduklarını söyledi: “İktidara geldiğimiz zaman, grev meselesini kabul ve tatbik edeceğiz”.  Bir önceki seçimde (1950) grev hakkının karşısında olan CHP, bir sonraki seçimde grev hakkından yana tavır almaktaydı.
 
Oysa DP’de eğilim ise tam tersi yönde idi. 1954 seçimlerinin hemen ertesinde enflasyon artışı sabit gelirliler açısından ciddi bir sorun haline gelmişti. Nitekim karaborsa ve hayat pahalılığı tartışmalarının yaşandığı bu tarihlerde, İzmir limanında 600’ü aşkın işçi ücretlerinin arttırılmasını isteyerek greve gittiler. Grev yapan işçilere liderlik edenler gözaltına alındı (Temmuz 1954). DP iktidara gelirken işçilere grev hakkı vaat etmişti. Ancak bu vaat DP iktidarı boyunca gerçekleşmedi.
 
İnönü, 17 Şubat 1956 tarihinde İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’ni ziyaret etti. İşçilere grev hakkının tanınmasını geç kalmış bir mesele olarak tanımladı ve şunları söyledi:
“Biliyorsunuz ki, biz eski İktidar olarak grev hakkını kabul etmemiştik. Siz belki de bu yüzden bizi tenkid etmiş ve 1950’de bize lazım gelen reyi vermemişsinizdir!. Çok samimi olarak söylüyorum ki, 1953 Kurultayında grev hakkını kabul etmiştik. CHP olarak sizi temin etmek isteriz ki, grev hakkını kabul etmediğimiz zaman ne kadar samimiysek, kabul edişimizde de o kadar samimi ve ciddi idik. Grev hakkını vermeği kararlaştırdık, tahakkukuna çalışacağız”. 
 
1957 seçimleri öncesinde sendikalar grev hakkı konusunda taleplerini yenilediler. Türk-İş, bu konuda bir rapor hazırladı. Grev hakkının tanınmasını sosyal adaletin sağlanması ve ulusal gelirin daha adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayan bir araç olduğunu belirten Türk-İş raporunda sermayenin haklarını bildikleri ve tanıdıkları da ifade edilmekteydi. Ayrıca rapor, sınıf mücadelesini geçmişte istemediklerini ve hâlâ da istemediklerini söylemekteydi. Ancak rapor grev hakkı olmadan sendikacılığın gelişemeyeceğini ve bu koşullar altında işçilerin yaşama ve çalışma şartlarının iyileştirilemeyeceğini de ileri sürmekteydi. Çalışma Bakanlığı’nın sendikaların sınıf mücadelesine yöneldiği iddiasını reddeden rapor, “Hür Dünya İşçileri Konfederasyonu”na üye olmak için 1952’de Bakanlar Kurulu’na yaptıkları başvuruya da cevap alamadıklarını vurgulamaktaydı. 104.230 üyesi bulunan Türk-İş Konfederasyonu geleceğe dair endişe duymaktaydı. Sendikanın endişeleri haksız da değildi. Üstelik DP’nin iktidara gelirken vaat ettiklerini tutmaması da tam anlamıyla bir hayal kırıklığı idi. 
1957 seçimleri öncesinde İnönü, İzmir’deki konuşmasında köylülerin ürünlerini ucuza sattıklarını, hayat pahalılığı karşısında ürünlerinden elde ettikleri gelirlerinde değer kaybına uğradıklarını, doların resmi ve gayri resmi kurları üzerinden örneklerle anlattı. Ayrıca İnönü konuşmasında işçilere grev hakkı tanıyacaklarını söyledi. Hayat pahalılığı grev hakkının gündeme gelmesinin nedenlerinden biriydi. Kaybedilen alım gücünün düzeltilmesini sağlayacak mekanizmaların başında grev hakkı gelmekteydi. 
 
 
İnönü’nün liderliğinde dağılmaktan kurtulan ve DP’nin otoriterleşme eğilimleri nedeniyle toplumun aydın kesimin desteğini yitirmesiyle küllerinden yeniden doğan CHP, ülkenin demokratikleşmesi ve sosyal hakların tanınması konusunda çığır açıcı bir tavır benimsedi. 1959 yılının ilk günlerinde toplanan CHP Kurultayı’nda (14 Ocak) İlk Hedefler Beyannamesi kabul edildi. Böylece CHP, iktidara geldiği takdirde yapacakları konusunda millete söz veriyordu. Hürriyet Partisi’nden gelerek güç birliği çerçevesinde CHP’ye geçen Turan Güneş, Ana Davalar Komisyonu’nun hazırladığı bu bildiriyi kürsüye gelerek okudu. Beyanname 3 kısımda toplanmıştı:
1. Anti-demokratik kanun zihniyet ve tatbikatı kaldırılacaktır.  
2. Anayasa demokratik esaslara göre değişecektir.
a. Düşünce, söz, basın, ilim, vicdan hürriyetleri ile grev hakkı ve devlet yayın vasıtalarının tarafsızlığı tanınacaktır. 
b. Devlet reisliği tarafsızlığa kavuşturulacaktır.
c. Teşrii organın icra üzerindeki murakabesi, fiili ve müessir olacaktır.
d. İkinci Meclis kurulacaktır.
e. Bağımsız mahkeme ve tesirden uzak hâkimlik müessesesinin zaruri kıldığı ‘Yüksek Hâkimler Şurası’ kurulacaktır. Hâkimlerin teminatıyla ilgili bütün muameleler bu Şuraya bağlanacaktır.
3. Demokratik nizamın tesisi için şu tedbirler alınacaktır:
a. Seçimler dürüst, eşit ve serbest yapılacak ve memlekete uygun nisbi seçim tarzı bulunacaktır.
b. Meclis iç tüzüğü değiştirilecek ve Meclis Başkanlığının tarafsızlığı sağlanacaktır. Milletvekillerinin söz hürriyeti, dokunulmazlığı, soru ve gensoru müesseseleri gerçek hüviyetlerini kazanacaktır.
c. İspat hakkı ve mal beyanı tanınacaktır.
 
Kurultay’da işçi haklarına yönelik bazı değişiklikler CHP Programı’na girdi. İş güvenliği, işçi sağlığı, işçinin hak ettiği ücreti alması, ücretli izin ve tatiller, işçilere yasal güvence sağlanması, toplu sözleşme ve grev gibi konular bunlar arasında yer alıyordu.  
 
Grev hakkının tanınması için 1961 Anayasası’nı ve sonrasında CHP liderliğinde kurulan koalisyon hükümetlerini beklemek gerekti. Ancak bu sağlamak kolay da değildi. İnönü grev hakkının kötüye kullanılabileceği endişelerini taşırken Ecevit bu konuda daha iyimserdi. CHP’nin önündeki en büyük engel ise koalisyon ortaklarıydı. 
 
İnönü’nün başbakanlığındaki hükümette Çalışma Bakanı olan Ecevit, az gelirli işçiden vergi alınmaması ve işçi ücretlerinde ayarlama yapılması fikrindeydi. İstanbul İşçi Sendikaları Birliği ile yaptığı görüşmede grev hakkı meselesi de ele alındı. Ecevit, grev hakkının tanınmasından yanaydı (Aralık 1961):
“Geniş ve liberal ölçüler içinde grev hakkının Türk işçisine tanınması gerektiğine inanmaktayım. Türk işçilerinin bu hakkı kullanırken memleket menfaatlerini dikkate alacaklarına inanım vardır.
 
Türk işçisinin grev hakkını kullanacak seviyeye gelmediğini ileri sürenlerin karşısındayım. Sendikalar ancak grev olursa kuvvetlenir. Ama iktisadi hayatta hızlı bir gelişme olmazsa bu işe yaramaz. Grev her problemi halledecek sihirli bir değnek değildir. İşçi bu hakkını ancak adil ölçüler içinde payını almak üzere en son olarak kullanacaktır. Tek işçi çalıştıran işyerleri de iş kanununun kapsamına alınacaktır. Tarım işçilerinin de kanun içinde mütalaa edilmesi için çalışmalarımız ilerlemiştir”.    
 
27 Mayıs sonrasının ilk büyük işçi eylemi de bu sosyal ve ekonomik koşullar altında, 1961 yılının son günü, 31 Aralık 1961’de yapıldı. Basının belirttiğine göre, işçilerin büyük bir olgunluk içerisinde gerçekleştirdiği eylemde, ülkenin her yerinden gelen 140 işçi örgütü yer aldı. Binlerce işçi, İstanbul Saraçhane’de toplanarak toplu sözleşme ve grev hakkı talebinde bulundu. Bu eylem, Türkiye’nin o tarihe kadar gördüğü en büyük işçi eylemiydi. Ancak 1960 sonrasının son eylemi de olmayacaktı.
 
Çalışma Bakanı Ecevit, 1962 Ocak ayı içerisinde Türk-İş mümessiller kongresinde, “Devletimizi sosyal adaletten ayırmaya kimsenin gücünün yetmeyeceğini” açıkladı. CHP-AP koalisyon hükümetinin “Sosyal Adalete inanan bir hükümet” olduğunu konuşmasında sıklıkla tekrarlayan Ecevit, grev hakkıyla ilgili olarak da şunları söyledi:   
“Grev hakkının toplu sözleşme kanunu ile birlikte en kısa zamanda çıkarılması için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. Grev hakkı sosyal adaletin silahıdır”.
 
Ecevit’ten sonra İnönü de Türk-İş Temsilciler Meclisi’ne hitap etti. 400 işçi liderine seslenen İnönü, “Biz sosyal adaleti, hürriyet içinde gelişmenin bir şartı olarak ele alıyoruz, gösteriş için değil” dedi. İnönü, işçilere toplu sözleşme ve grev hakkının verileceğini söyledi ve sendikacıların bu hakları iyi kullanmadıkları takdirde, bunlardan bir gün eser kalmayacağını belirtti. İnönü’nün söyledikleri 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte gerçek olacaktı.
 
1963 yılının ilk aylarında yaşanan önemli olaylardan biri Kavel direnişiydi. Kavel Kablo Fabrikası’nda çalışan Maden-İş Sendikası’na bağlı 173 işçinin aldıkları ikramiyelerin fabrika yönetimi tarafından kesilmesi üzerine işçiler önce oturma eylemi yaptılar (28 Ocak), bunun üzerine işveren 10 işçiyi işten çıkarıp lokavt kararı alınca işçiler de grev kararı aldılar.
1961 Anayasası’nın 47. maddesi toplu sözleşme ve grev hakkını düzenliyordu:
“İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde, iktisadî ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltmek amacıyla toplu sözleşme ve grev haklarına sahiptirler.
Grev hakkının kullanılması ve istisnaları ve işverenlerin hakları kanunla düzenlenir”.
 
Grev, anayasal bir hak olmakla beraber, konuyla ilgili yasal düzenleme üzerinden bir buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen yapılamamıştı. İşçiler, yasal düzenlemesi yapılmamış bu anayasal hakkı kullandılar (4 Şubat). Aynı durum işverenin lokavt kararı için de geçerliydi. 2 Mart’ta işverenin kablo yüklü kamyonları fabrika dışına çıkarmasını, grev yapan işçilerin eşleri barikat kurarak engellemeye çalıştı. Ancak polisin eylemci kadınları sert bir şekilde dağıtması ve bazılarının yaralanması üzerine hükümet duruma müdahale etti. 3 Mart’ta Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğlu ve Çalışma Bakanı Bülent Ecevit, işçi ve işveren temsilcileri ile bir araya gelerek anlaşmalarını sağladı. Atılan işçiler geri alındı ve ikramiyeleri ödendi. Sorun çözülmüş gibi görünmekle birlikte eylemci işçiler hakkında –Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten- açılan davalar ve bazılarının hapse girmesi, konu ile ilgili yasal düzenlemenin yapılması sürecini hızlandırdı. Nitekim Kavel direnişinin bu yasal düzenlemenin önünü açtığı söylemek abartılı olmayacaktır.   
 
Kaynaklar:
Hakkı UYAR, Demokrat Parti İktidarında CHP (1950-1960), Doğan Kitap İstanbul, 2017.
Hakkı UYAR, İki Darbe Arasında CHP (1960-1971), Doğan Kitap İstanbul, 2017.
Hakkı UYAR, 100 Soruda Cumhuriyet Halk Partisi Tarihçesi (1923-2015), Anka yayınları, Ankara, 2016 (üçüncü baskı). 
Hakkı UYAR, Türkiye'nin Demokrasi Devrimi: 1950 Seçimleri, Anka Yayınları, Ankara, 2014.