Dünyada hangi ülkede olursa olsun ekonomik krizlerin mutlaka siyasal sonuçları da oluyor. Tarih bize bunu söylüyor. Bu durum Türkiye için de elbette geçerlidir. 

 

Türkiye gibi demokrasi kültürü ve demokrasi altyapısı (eğitim kültür seviyesi, ekonomik refah seviyesi ve toplumsal örgütlenmişlik seviyesi) ülkelerde yaşanan devalüasyon da içeren ekonomik krizler mutlaka demokrasiye de zarar vermektedir. Devalüasyon yapan iktidar, ya seçimle ya da darbeyle iktidarı kaybetmektedir. 

Cumhuriyet döneminde yaşanan ekonomik krizleri değerli iktisat tarihçisi Gülten Kazgan şöyle sıralıyor: 

1929-1931

1958-1961

1978-1981

1988-1989

1994

1998-2002

Bu büyük krizlere ek olarak 1947, 1969, 1982 ve 1991 krizlerini küçük krizler olarak sayabiliriz. 

1929 ekonomik krizi, 1930 belediye seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın başarılı olmasının nedenlerinden biriydi. 1946 yılında yapılan devalüasyon, 1950 seçimlerinde DP’nin kazanmasının nedenlerinden biriydi. Elbette diğer nedenler de vardı bunlar arasında ama onlar bu yazının konusu değil… 1958 ekonomik krizi ve devalüasyonu, 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin nedenlerinin başında gelmektedir. Diğer ana neden ise siyasal cepheleşmedir (Vatan Cephesi). 1969 yılında yaşanan ekonomik krizi, 12 Mart 1971 askeri darbesinin nedenleri arasında saymak gerekir. 

1970’li yıllardaki siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklar, 1978 sonrasındaki ekonomik kriz, devalüasyon ve 24 Ocak 1980 ekonomik kararları neticesinde darbeyle sonuçlandı: 12 Eylül 1980…

1991 ekonomik krizi, ANAP’ın iktidarı seçimle kaybetmesine ve DYP-SHP koalisyon hükümetinin kurulmasına yol açtı. Ardından gelen 1994 ekonomik krizi ve 5 Nisan’daki devalüasyon sonucunda koalisyon hükümeti başarısız oldu; 1995 seçimlerini Refah Partisi kazandı. Kurulan Refah Yol koalisyon hükümeti de, 28 Şubat 1997 askeri darbesine maruz kaldı. Yine tabii ki elbette darbenin nedeni sadece ekonomik kriz değildi. Ama kriz ve yaşanan siyasal cepheleşme (Laik-İslamcı cepheleşmesi) ana etkendi. 1999 seçimleri sonrasında kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti 2001 ekonomik kriziyle ciddi bir sarsıntı yaşadı. Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat süreci, 5 yılın sonunda AK Parti iktidarıyla sonuçlandı. 

Görüldüğü üzere devalüasyonlu ekonomik krizler, iktidarın mutlaka düşmesine yol açıyor. İster seçimle olsun, ister darbeyle… Ancak burada üzerinde durulması devalüasyon miktarıdır. Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi meselesi… Bir gecede Türk lirası, dolar ya da euro gibi yabancı paralar karşısında iki katı civarında değer kaybetmişse ciddi bir devalüasyonla karşı karşıyayız demektir. Nitekim 1994 ve 2011 krizlerinde böyle oldu. 1958 krizinde ise dolar 2,80 liradan 9 liraya çıktı. 

Peki neden böyle oluyor? Dış güçler mi yapıyor bu işi? Olayın dış güçlerle bir alakası yok. Ama dış güçler, örneğin ABD/NATO askeri darbenin iç koşulları oluştuğunda (ekonomik kriz, siyasal kutuplaşma) darbeye yeşil ışık yakabiliyorlar, kolaylaştırıcısı olabiliyorlar. Türkiye gibi ekonomik açıdan güçlü olmayan, sermaye birikimi yetersiz ve üretim kapasitesi sınırlı olan bir ülke her zaman ekonomik krize açıktır. Aslında bu, Osmanlı’dan devraldığımız mirastır. Nitekim tarihteki yeniçeri ayaklanmalarının nedenlerinden biri de ekonomiktir, devalüasyondur. Maaşını kırpık akçeyle ya da içine bakır katılmış akçeyle (gümüş para birimi) alan yeniçeri, o dönemin devalüasyonu demek olan bu uygulama karşısında ayaklandı. Alım gücünün düşmesi, elindeki silahı kullanmasının nedenini oluşturdu. Onu dengeleyecek bir başka kurum olmaması da bunun önünü açtı. Ancak Osmanlı devlet adamlarının da yapacak bir şeyi yoktu. Üstün Avrupa karşısında orduyu modernleştirmekten ve maliyedeki açıkları kapatmaktan başka çareleri yoktu. Sermaye birikimi yetersiz olunca, bu beraberinde devalüasyonu da getirdi. Üstelik aynı dönemde bu nedenle faiz oranları da Avrupa’ya nazaran en az 3-4 kat yüksekti. Bu, hem de Osmanlı’nın en güçlü olduğu 16. Yüzyılda bile böyle idi. II. Mahmut yeniçeriliği kaldırdı ama ekonomik kriziler tarihimizdeki yerini korumaya devam etti. 

Muhtemelen ekonomik krizler olmasaydı ve bunun neticesinde ekonomik küçülmeler gerçekleşmeseydi, Türkiye’nin refah seviyesi daha yüksek olurdu ve daha istikrarlı bir yönetimi olurdu. Ancak hukuk devleti ve üretime dayalı bir ekonomi olmadan ekonomik krizlerin önüne geçmek mümkün değil… Siz sanayileşmezseniz, dışarıdan mal almaya devam ederseniz elbette ki paranız değersiz olur, yabancı paralar karşısında değer kaybeder. Bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Yaklaşık 500 yıllık tarihimizde bu zinciri kırmak isteyen bir tek Atatürk oldu. Nitekim bir tek onun döneminde Türkiye’de ihracat, ithalattan fazla oldu. 1930’lu yıllarda… Buğday ithal eden Türkiye, buğday ihracatçısı oldu o yıllarda. İthal ettiği tek şey neredeyse sanayileşmek için makinelerdi. Gümrük duvarları yükseltilerek ithalat zorlaştırılmış, iç piyasada üretim canlandırılmaya çalışılmıştı. Bu nedenle de 1938’de Atatürk öldüğü yıl 1 dolar, 1,26 lira idi.

Aslında yapılacak şey basittir ve bellidir. Amerika’yı yeniden keşfe ihtiyaç yok. Ekonomik kriz istemiyorsak, Türk lirasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesini istemiyorsak, güçlü bir ekonomiye sahip olmak istiyorsak, “hasbelkader” zengin olduğunu sandığımız Almanya’ya şöyle bir bakalım: Ne ihraç ediyor, ne üretiyor, ihracat-ithalat denkliği nedir? Bu Almanya, uzun yıllardır koalisyonla yönetiliyor. Merkel, koalisyon hükümetinin başkanıdır. Mesele, hukuk devleti olmaktır; parlamenter demokrasiyi güçlendirmektir; dış piyasalara güven vermektir. Ülkenin tarihsel mirası ne varsa satmak, mirasyedinin babadan kalan malları haraç mezat satması doğru değildir. En önemlisi de tekrar tekrar söylemek gerekirse üretmektir. Tarım ürünü ithal eden, fabrika kurmayan, AVM yapan, üretim değil tüketim odaklı bir ülkeden başkası beklenemez.   

Bugün yaşanan kısmi devalüasyondur. Doların 4,90’ları gördüğü bir ortamın sonucu mutlaka sandığa yansıyacaktır. Nitekim 2008-2009 krizi sırasında –ki teğet geçtiği söylenmişti-, yerel seçilerde Ak Parti oyları % 38’e gerilemişti. Bu noktada yapılması gereken seçmene umut olabilecek, seçmeni ikna edebilecek karizmatik lidere ihtiyaç var. O lider, Türkiye tekrar üretmeli diye altını çize çize anlatmalı… Bugünü değil, geleceği güven altına almak için… 

(1930’lardan bir kartpostal)