Bundan önceki yazımda Türkiye’nin aradığı muhalefeti nihayet bulduğunu belirtmiş ve “Sanırım Erdoğan yaşamının en zor seçimine giriyor...” demiştim. Bu yazıda da iki konuya değinmek istiyorum. Biri seçim sistemi değişikliğinin AK Parti iktidarının sonunu getirebilme, diğeri ise seçim sonuçlarının yeni bir kaosa yol açabilme olasılığı…

Aslında eski sistem, yani Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi öncesindeki sistem, AK Parti’nin lehine işleyen bir sistemdi. % 10 barajın olduğu 3-4 partili parlamenter demokrasi 2002’den bu yana hep iktidar lehine işledi. Hatta 2002 seçimlerinde, barajı geçebilen parti sayısı sadece 2 (iki) idi. 1999 seçimlerinde birinci parti olan DSP’nin 2001 ekonomik krizinin de etkisiyle bir önceki seçime nazaran oylarının % 1’e gerilediği bu seçimlerde diğer partilerin aldığı oy miktarı ise şöyle idi: 

AKP  % 34 (365 milletvekili)

CHP  % 19 (177 milletvekili)

DYP  % 9 

MHP  % 8 

GP  % 7 

DEHAP  % 6 

ANAP  % 5 

Ekonomik kriz en çok koalisyon ortaklarını vurmuştu. Bunlar içerisinde en az hasarla çıkan MHP oldu. Diğerleri tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. MHP’yi barajın altına iten ekonomik kriz olduğu kadar muhtemelen Genç Parti de oldu. Bugün Genç Parti ile benzer bir fonksiyona İYİ Parti sahip MHP açısından. Aynı seçmen tabanından ve ideolojik söylemden besleniyorlar. 

Sonraki yıllarda sistem, AK Partinin iktidar, CHP’nin ana muhalefet olması üzerine şekillendi. Üstelik Türkiye tarihinde ilk kez iktidar ile ana muhalefet  arasındaki oy makası bu kadar çok açıldı. 2007, 2011 ve 2015 seçimlerinde bunu açık olarak gördük, yaşadık. AK Parti oyları, CHP oylarının yaklaşık iki katı kadardı. Dolayısıyla aradaki farkın kapanmasını beklemek mümkün değildi. Mevcut sistem değişmeseydi bunun kapanması muhtemelen söz konusu olmazdı çünkü AK Parti sisteme merkez sağdan bir partinin girmesine bir şekilde müsaade etmiyordu. MHP ve HDP ise ilanihaye küçük muhalefet partileri olarak kalacak gibiydi. % 10 barajı da başka küçük partilerin sisteme girmesine imkan tanımıyordu. Eğer AK Parti, sistem değişikliğine gitmeseydi mevcut % 10 barajlı nispi seçim sistemiyle AK Parti daha uzun yıllar iktidarda kalırdı. 

Hep daha fazlasını istemek AK Parti iktidarının sonunu getirebilir. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi, iki önemli değişikliğe yol açtı. Barajı % 10’dan % 50+1’e çıkardı. Ki bu muazzam bir durumdu. Kaçınılmaz olarak yeni sistem, seçim ittifaklarının önünü açtı. Bu MHP’nin yıldızını parlatıp, gizli koalisyon ortağı konumuna taşıdı onu. Böyle MHP, küçük muhalefet partisi olmaktan çıkıp uzun yıllar aradan sonra devlette ve siyasette söz sahibi oldu, belirleyici bir konuma geldi. Ancak hesapta olmayan bir şey vardı iktidar bloğu açısından. Muhalefetin de ittifak yapma ihtimali… AK Partinin sağ siyaset açısından iki küçük rakibinin (Saadet Partisi ve İYİ Parti) CHP eliyle ve Millet İttifakıyla Meclise taşınması, dengeleri tamamıyla değiştirdi. 2017 anayasa değişikliğine kadar muhalefetin parlamentoda çoğunluğu elde edebilmesi hayal bile edilemezken şimdi bu gerçek olmak üzere… Şanslar eşit görünüyor. Ve bu ilginç bir şekilde iktidarın anayasa değişikliği ile bu kadar güç kazandığı bir ortamda gerçekleşti. İktidarı bu kadar güçlendiren Devlet Bahçeli idi; muhtemelen sonunu getiren de bu nedenle yine Bahçeli olabilir. 

Üzerinde durulması gereken ikinci nokta ise sistemde tıkanma ihtimali… Sistem yeni olduğunu için öngörmek zor olmakla birlikte, CB seçimini kazanan isim ile Parlamentoda çoğunluğu kazanan blok farklı olursa ne olacak? Yani:

CB seçimini Erdoğan kazandı ama Meclis’te Millet İttifakı çoğunlukta… 

CB seçimini İnce/Akşener kazandı ama Meclis’te Cumhur İttifakı çoğunlukta… 

İnce/Akşener ile Millet İttifakını bilemem ama Erdoğan/Cumhur İttifakı ülkeyi erken seçime götürmek isteyecektir diye tahmin ediyorum. 7 Haziran 2015 - 1 Kasım 2015 tablosunun bir benzerini yaşayabiliriz. Dolayısıyla ülkenin ekonomisinin bu kadar kırılgan olduğu bir dönemde, teamüllerinin oturmasının on yıllar alacağı tahmin edilebilecek bir sistem ülkeyi yönetilemez hale getirebilir. Bu, ekonomik krizleri beraberinde getirebileceği gibi, aynı zamanda Türkiye açısından güvenlik riskleri taşıyacaktır.  

Umarım ki ülkeyi yönetenler ya da yönetmeye aday olanlar, çatışma kültürü yerine uzlaşmayı seçer ve önce Türkiye derler.