14 Mart Tıp Bayramının tarihsel sürecinin Osmanlı imparatorluğu dönemine dayandığı bilinmektedir. Anadolu Selçuklu tıp geleneğinden gelen mirası sürdüren Osmanlı İmparatorluğundaki tıp eğitimi medrese eğitimine tabi tutulan adaylara, usta-çırak çerçevesinde veriliyordu. Burada yetişen ve usta olan kişiler tabiplik payesi alıyor ve bulundukları yerlerde tıbbi uygulama yapma hakkına sahip oluyordu.

Uzun bir süre bu şekilde devam eden hekim yetiştirme geleneği 19. yüzyıla kadar böyle devam etti. Nihayet yenilikçi Padişah II. Mahmut’un (1808-1839) Yeniçeri Ocağını kaldırarak, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye (1826) isimli yeni bir askeri teşkilat kurmak istemesi üzerine yeni ordunun hekim ihtiyacını gidermek için Sadrazam’a verdiği emirle üçüncü hekimbaşılık döneminde Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi (1774-1834) görevlendirildi. Onun raporlarını takiben “Tıbhâne-i Âmire” isimli bir tıp okulu kuruldu. Tıbhâne-i Âmire 14 Mart 1827’de Şehzadebaşı’nda Beyazıt’a yakın semtlerinden Vezneciler’de Tulumbacıbaşı Konağında kurulmuş ilk modern tıp okuludur. Tıbhâne-i Âmire’den sonra, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane (1838), Haydarpaşa Tıbbiyesi (1903), Darülfünun-u Osmani Tıp Fakültesi (1909), İstanbul Darülfünu Tıp Fakültesi (1925) kurulmuş, 1933’deki Üniversite Reformu ile birlikte mevcut yapılanma İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne dönüşmüştür. 

İşgal kuvvetlerinin 3 Şubat 1919’da Tıbbiye ve Türk Ocağı’nı işgal etmesi üzerine işgalden sonraki ilk 14 Mart 1919 tarihi Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır. Bir dönem hekim ve tıp tarihçisi Dr. Osman Şevki Uludağ’ın önerisiyle 1929-1937 yılları arasında Tıp Bayramı olarak 14 Mart yerine 12 Mayıs tarihi kabul edilerek kutlamalar yapıldı. Bu tarih, Bursa Yıldırım Darüşşifası'nda (~1407) ilk Türkçe tıp derslerinin başladığı bir dönem olduğu için seçilmişti. Ancak daha sonra bundan vazgeçilerek yeniden 14 Mart tarihine geri dönüldü.

Bu arada yeri gelmişken ülkemiz tıbbının güzel ve anlamlı sembolü iki sarmal yılan figürünün hekim ve tıp tarihçisi Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver tarafından Çankırı’daki Atabey Ferruh Darüşşifasındaki (13.yy) bir rölyeften esinlenerek çizildiğini ve sembolümüz olarak kabul edildiğini (1937) hatırlatmak isterim. Dünyadaki örnekleri arasında anlam ve tarihsellik açısından çok değerli ve farklı bu tıp sembolünü her Türk hekiminin rozet olarak yakasında gururla taşıması gerektiğine inanıyorum.

Bu arada yeri gelmişken bir konuya daha değinelim. Halen Türk tıbbının gelişimine ve 14 Mart Tıp Bayramına ilişkin farklı periyodiklerde ve internet ortamında bilgi kirliliği oluşturacak düzeyde bazı yanlış bilgilerin olduğunu görüyoruz. Tarih çok önemlidir. Yanlış yazılması ve yanlış kayıtlanması halinde ilgili olduğu alanın geçmişinin yanlış nitelendirmesine yol açabilir. Bu nedenle bu konularda amatör anlamda dahi makale yazacakların, konuşma yapacakların Türk Tıp Tarihi Kurumu veya ülkemizdeki tıp tarihi uzmanları ile temasa geçmesini, danışma almalarını ya da işi ehline bırakarak bu konulara hiç girmemelerini öneririm.

Ülkemizde kutlanan 14 Mart Tıp Bayramı sadece hekimlerin değil, aynı zamanda bütün sağlık çalışanlarının da bayramıdır. Kutlu olsun!

TIP TARİHİNE VE TÜRKÇE TIP EĞİTİMİNE ÖNEM VERİLMELİDİR

Son yıllarda Türk tıbbının en kutlu günü ve ülkemize özgü 14 Mart Tıp Bayramına gereken önemin verilmediğini, bu konuda geçmişteki coşkunun kaybolduğunu üzülerek görüyoruz. Her şeyden önce bu konuda birincil görevin Tıp Tarihi ve Etik uzmanlarına ait olduğunu belirtmek isterim. Bu anlamda çoğu kez bu konuda gündem oluşturmak istememize rağmen bunun rağbet görmediğini fark etmek gerçekten tuhaftır. Eski yıllarda tıp fakültelerinin hatta üniversitelerin eğitim-öğretim yılına başlarken dönemin ünlü tıp tarihi hocalarına açılış dersini vermek üzere davet yapıldığını, radyo programlarının düzenlendiğini tarihsel kayıtlardan görmekteyiz. Ne olmuştur da, geçen bu zaman diliminde bu uygulamalardan vazgeçilmiştir? Aslında bunun adı vefa, sevgi, saygı idi. Sanırım bu üç değer kaybedilmeye başlanmıştır. Meslek tarihine gereken önemi vermeyen, bunu sırtında bir yük gibi gören anlayışlar doğru değildir. Türk tıbbı her zaman kendi özünü kaybetmeden, geleceğe miras bırakacağı bir tarihsel geçmişi gurur ve mutlulukla hatırlamalı, hatırlatmalıdır.

Türk tıbbiyelisinin eğitim yolculuğunda hedef olarak kabul ettiği ve özellikle de Padişah II. Mahmut’un da desteklediği Türkçe tıp eğitimi anlayışında kat edilen mesafede bir aşama kaydedilememesi bir başka soru işaretidir. Her zaman anımsanması gerekeceği gibi Türk tıbbının Türkçe tıp eğitiminden vazgeçmemesi, aksine bunu daha da geliştirilmesi ve Türkçe tıp terminolojisi oluşturulmasına yönelik çalışmalara hız verilmesi gerekmektedir. Türk tıbbiyesi bu önemli ülküden ayrılmamalı, Anadolu topraklarında var olan eğitim mücadelesinde Türkçenin önemine bir kez daha atıfta bulunmalıdır.

Son olarak, tıbbiyeliler için kaleme almış olduğum bir vasiyet ve temenni bütünü içeren satırlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Buradaki ifadelere sıkıca sarılacak bir tıbbiye anlayışının bizleri tekrar birbirimize yaklaştıracağına inanıyorum:

Aziz Tıbbiyeliler!

Irk, din, mezhep, deri rengi gözetmeden aldığınız vazifelerde yapacağınız her hizmet, tıp tarihinin şanlı mermer sütunlarına yaldızla işlenecektir. Barışta ve savaşta, her türlü felakette acı içindeki insanların ilk haykırdıkları isim olarak iyi biliniz ki, sanatınızın ufku geniş, geçmişi temizdir. Sizlere mesleğinizin değerini yitirmeye başladığını söyleyenler çıksa bile bu sözleri kulak ardı etmeden dinleyecek ve gerekirse her türlü önlemi alacaksınız. Bir ailenin içinde kötü çocuklarında bulunabileceğini varsayarak,  asla bu kutsal mesleğe haksızlık yapılmasına izin vermeyiniz. Ambleminiz olan sarmal iki yılan saadet ve birleştiriciliğin sembolüdür.

Aziz Tıbbiyeliler!

Ruhunuzun derinliklerinden filizlenecek olan insaniyet tohumları tüm toplumlara örnek olacaktır. Yaşamın savunuculuğunda hastaya asla ve hiçbir zaman zarar vermeme ilkesinden hareketle görevinizi yerine getirecek, en önde gelen kaygınızın hayata saygı olduğunu bileceksiniz. Merhamet ve yardım etme duygularıyla kabaran içiniz, hastaların ışıltısız dünyasına aydınlık getirecektir. Bu sanat öylesine sonsuzdur ki, gelmiş geçmiş tüm ünlü hekim şahsiyetlerin tunçtan büstlerinde onun izlerine rastlayabilmeniz mümkündür. Sizler, kadere karşı duran değil, zamana meydan okuyan kişilersiniz. Mesleğinizle gurur duyunuz!

Aziz Tıbbiyeliler!

Hekim; duygulu, kendisinden emin, okuyan, araştıran, insani değerlerini yitirmemiş, etik ve ahlak prensiplerine bağlı, iyi niyetli, meslek şerefini her şeyin üstünde tutan bir insan olmalıdır. Geceleri herkes uykudayken o, hastasına koşarken içindeki mutluluk ateşinin alev alev yandığını fark edecektir. Karakterinin sağlamlığı, onu hayatın oyunlarına karşı bir zırh gibi saracak ve koruyacaktır.

Aziz Tıbbiyeliler!

Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, toplum içindeki ayrıcalıklı yeriniz kötü örneklere rağmen değişmeyecek ve saygı, itibar görmeye devam edeceksiniz. Yeniliklerden yana olurken, dar kalıplardan çıkmayı deneyecek, kabınıza sığamadığınızı göreceksiniz. Şüphe, sizi gerçeği bulmaya götürürken, elde ettiğiniz gerçekle karanlığı yok edecek ve hastanın umut, teselli, şifa bekleyen gözlerine gülümseyeceksiniz.

Aziz Tıbbiyeliler!

Sizler ömür boyu sürecek bir mesleğin bekçilerisiniz. İnsanlar size, bir tıbbiyeli ve hekim olduğunuz için güvenecek, en bilinmeyen sırlar ve sözler önünüzde açılıverecektir. Yaşam ve ölüm arasındaki çizgide gidip gelen insanları tanıdıkça hekimliğin o muhteşem eserine tanık olacak ve o esere bir tuğla da sizler koymayı isteyeceksiniz. Geçmişteki tüm üstat hocalarımızdan bizle miras kalan anılar, geleceğe emanet edebileceğimiz ve asla hıyanet içerisinde olamayacağımız şeylerdir.

Aziz Tıbbiyeliler!

Doğruyu ve bildiklerinizi olduğu gibi eklemeden söylemeyi kendinize görev biliniz. İçinizden sizin gibi olmayanlara, yolunuzdan saptırmaya çalışanlara rağbet etmeyiniz. Vicdanınızın sesine her zaman güvenip, onu mantığınızla birleştiriniz. Değişmeyen gerçekleri değiştirmeye çalışıp, zaman ve itibarınızı yitirmeyiniz. Bu meslek ve sanat aslında herkesin gönlünde yatan, ama erişemeyecekleri kadar zorluk ve engellerle dolu olan bir tutkudur. Buna duyulan kıskançlığın tesiriyle kimi zaman sana ve senin o şanlı mesleğine yöneltilecek haksız eleştirilere göğüs germesini iyi bil! Mesleğine ve onun tarihine, etik prensiplerine senden başka hiçbir kimsenin sahip çıkamayacağını iyi kavra! Ve hiçbir zaman tıp sanatını bu alandan olmayan insanların, çıkar sahiplerinin, şöhret peşinde koşanların ellerine teslim etme! Yolun her zaman açık ve kötülüklerden uzak olsun…

Aziz Tıbbiyeliler!

Kiminiz hasta ruhlara ve bedenlere şifa dağıtırken, kiminiz ise henüz bomboş olan genç beyinleri yetiştirmek adına sabırla bir mücadele vereceksiniz. İyileştirdiğiniz hastalar, yetiştirdiğiniz öğrenciler ve örnek olacağınız tıbbiyeliler sizlerin gelecekteki nefesleri ve gölgeleridir.

Aziz Tıbbiyeliler!

Hippokrates’den (M.Ö. 460-370) beri süre gelen hekimlerin birlik ve bütünlük içinde bulunması sizlerin baş kaygısı olmalıdır. Karşınıza çıkan türlü zorluk, aldatmaca, yalanlarla dolu iftiralarda ayakta kalabilmenin tek yolu, kendinize güvenmenizdir. Sebebi ne olursa olsun, eğer içtenliğine ve dürüstlüğüne inanmışsan meslektaşını tıp pratiğinde sakın yalnız bırakma! Hocalarını saygı ve hürmetle hatırla! Onlarla fikir ayrılığın olsa bile gönül ayrılığının oluşmasına izin verme! Onun, senin bir tıbbiyeli olarak ortaya çıkmandaki yararlarını inkâr etme! Her kim tıbbiyeliliğe inanmıyor ve ona zarar vermeye çalışıyorsa, o da bir tıbbiyeli olsa bile önünde dur, karşısına dikil, onu bu zararlı fikrinden vazgeçirmeye çalış!

Aziz Tıbbiyeliler!

Unutmayınız ki, yüzyıllardır sana ve senin mesleğine, sanatına ait olan güzel ve muhteşem örnekler yolunu aydınlatmaya devam edecektir. Sizi yine sizden başka anlayan yoktur. Size sizden başka kötülük eden de olamayacaktır. Bunu hiçbir zaman unutmadan, mesleğe başladığın ilk günkü heyecanla koşmaya devam et! Vereceğin bu soylu mücadele bir gün mutlaka takdir görecektir.