İzmir, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı ve bittiği yerdir. Bizim için işgalin başlangıcı ve kurtuluşun gerçekleştiği yerdir. Yunan için ise İzmir, Anadolu macerasının başladığı ve “Küçük Anadolu Faciası”nın yenilgiyle bittiği yerdir.

Peki ya İzmir’in tarihsel arka planı nasıldı?

İzmir’in bir ticaret limanı olarak yükselişi, 17. Yüzyıl sonrasına rastlar. Bu tarihten sonra İzmir’in nüfusunda ciddi bir artış meydana geldi ve ticaret gelişti. Ticaretin gelişimiyle birlikte İzmir’in demografik yapısında da ciddi değişiklikler meydana geldi. Örneğin 1831 tarihli nüfus sayımı, nüfusun etnik ve dinsel unsurlar arasındaki dağılımını açık bir şekilde göstermektedir. Bu sayıma göre Türkler % 42,9, Rumlar % 29,4, Yahudiler % 15,6, Ermeniler % 9,8 ve Avrupalılar % 2,3.

1831 tarihli nüfus sayımından da anlaşılacağı üzere bir ticaret limanı kimliği, kentin demografik yapısını da etkilemekteydi. % 2,3’lük Avrupalı nüfusu Levanten tüccarlara işaret etmekteydi. Bu dönemde İzmir, hinterlandı ile birlikte önemli bir ihracat limanı niteliği taşımaktaydı. Gayrimüslim nüfus da bu ticarette önemli bir rol –aracılık başta olmak üzere- oynamaktaydı. Yahudi nüfusun önemli bir bölümü İspanya kökenli Sefarad Yahudileriydi.  Sefarad Yahudilerinin yerleştiği bir diğer kent de Selanik’ti ve her iki kentin de gelişimini etkilemiş, kozmopolit yapısına katkı sağlamışlardı.

İzmir’in kozmopolit yapısında belirleyici olan yönünü Batı’ya dönmüş bir ihracat limanı olmasıydı. Millet Sistemi çerçevesinde bu kozmopolit yapı yan yana idi ama iç içe değildi. Kentin yerleşiminin etnik ve dinsel kimlikler temelinde oluştuğunu belirtmek gerekir. Bugünkü Alsancak Limanı’na yakın bölgede Rum Mahallesi, sahil kısmında Frenk mahallesi, bunların hemen gerisinde Basmane’ye doğru uzanan Ermeni mahallesi bulunmaktaydı. Bu mahallelerle Türk/Müslüman Mahallesi arasında Yahudi Mahallesi yer almaktaydı. Nitekim Havra Sokağı civarındaki sinagoglar bunun bugün bile açık göstergesidirler.

İzmir’in demografik yapısında 19. Yüzyıldan itibaren önemli değişiklikler oldu. Dağılmakta olan imparatorluğun Balkanlarda kaybettiği topraklardan gelen Müslüman/Türk nüfusun yerleştiği yerlerden biri de İzmir oldu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Müslüman bir göç dalgası İzmir’e de geldi. Bunu 1912-1913 Balkan Savaşları ile Balkanlarda kalan son Osmanlı topraklarının kaybı ile birlikte bu bölgelerden gelen Müslüman nüfus izledi. Ardından Kurtuluş Savaşı’nın sonucunda nüfus mübadelesi yaşandı. Rum nüfus gitti. Müslüman/Türk nüfus geldi. Bu, demografik yapıdaki önemli bir dönüşümü ifade etmekteydi. Görece daha homojen ve Müslüman ağırlıklı bir nüfus kentin yeni yapısını belirledi. Kentin kozmopolit yapısının sona erdiği tarih olarak 1923 sonrasını değil, 1919 Yunan işgalini belirlemek daha yerinde olacaktır. Daha doğrusu başlangıç noktası olarak 1919 tarihi rahatlıkla alınabilir.

İzmir, 20. yüzyılın başında ülke ortalamasına göre sosyal ve ekonomik bakımdan gelişmiş bir liman kentiydi. Kentin bu konumunda zengin hinterlandı ve kozmopolit yapısı önemli bir etkiye sahipti.  Ancak, kozmopolit yapı ve farklı etnik/dinsel kimliklerin varlığı siyasal bir kaos ortamını da beraberinde getiriyordu. İzmir, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürece bu ortamda girdi. Kentin Yunanlılar tarafından işgali, şehri Türk Kurtuluş Savaşı’nın sembol şehri haline getirdi.  Bu bağlamda İzmir, Milli Mücadele’nin “kızıl elma”sıydı, nihai hedefiydi. Kentin Yunan işgalinden kurtuluşu ile birlikte yeni bir dönem başladı. Nüfus mübadelesi ve diğer yollarla Rum, Ermeni nüfusun kenti terk etmesiyle siyasal kaos ortamı da sona ermekteydi; ama ticareti önemli ölçüde elinde bulunduran gayrimüslim unsurların gitmeleri, kentin eski ihtişamını yitirmesi anlamına da geliyordu. Özellikle bu durum 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile birleştiğinde kendini çok daha açık bir şekilde gösterecektir.

Kentin hinterlandı ile birlikte Yunan işgalinden büyük zarar görmesi, tabloyu daha da olumsuz bir hale büründürüyordu. Nitekim, kentin ve ülkenin kurtuluşundan 5 ay kadar sonra İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde dönemin İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, yaptığı konuşmada ilk olarak şunları söylüyordu:

“Aziz Türkiye’nin öz evlatları, hoş geldiniz, güzel Türkiye’nin ameleleri, sanatkârları, çiftçileri ve tacirleri, hoş geldiniz, hür ve müstakil güzel yurdun yorulmaz cesur emekçileri, hayatını dişleriyle, tırnaklarıyla kazanan ve şimdi hürriyet ve istiklal yolunda şehit düşen yavrularının nerelerde gömülüp kaldığını bilmeyen, bir kırık mezar taşı başında Fatiha okuyabilmek imkânını bile bulamayan çilekeş Türk hanımları hoş geldiniz. Amele hanımlar hoş geldiniz. Gelecek sene adedinizin daha çok olmasını dilerim”. 

Ülkenin içinde bulunduğu ruh halini belirten bu konuşma, işgalin yarattığı yıkımı da özetliyordu. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç ve bitiş noktası olan İzmir, Türkiye İktisat Kongresi ile kalkınma politikasının da belirlendiği şehirdi. 

Kongreyi izleyen Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir’in temel sorunları İzmir yangını sonrası şehrin yeniden inşası, mübadele sonucu gelen muhacirlerin yerleşim ve barınma sorunları, ticaretle uğraşan gayrimüslim nüfusun mübadele ve diğer yollardan şehri terk etmesiyle ekonomide oluşan boşluk, gayrimüslim nüfusun ekonomik hayattan çekilmesiyle beraber onu izleyen dönemde Dünya Ekonomik Buhranı’nın da etkisiyle ekonomideki daralma, fiyatlardaki düşüş, köylünün ürününün para etmemesi, ağır vergiler ve ekonomik krizin işsizliği artırması ve işçi ücretlerinin düşmesi olarak sayılabilirdi. Bu dönemdeki sorunların çözümünde İzmir’in şansı Kazım Dirik’in vali, Behçet Uz’un belediye başkanı olmasıydı.

Kentin kurtuluşunu ve yanışını Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda şöyle anlatır:

Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik

ve Kayserili bir nefer

yanan şehrin kızıltısı içinden gelip

öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,

Güneyden Kuzeye,

Doğudan Batıya,

Türk halkıyla beraber

seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i”.

 

İzmir’in kurtuluşu sırasında Halkapınar’da verilen şehitler için yapılan bu anıt, vatan’ı namus ile bir tutar. Vatan’ın kaybı namus’un kaybıdır. Bu bağlamda Vahdettin’lerin, Damat Ferit’lerin ne vatan ne de namus duygularının olmadığını söylemek gerekir.

Sonuç olarak Kurtuluş Savaşı’nın başladığı ve bittiği yer olan İzmir’in kurtuluşu, sadece bir kentin kurtuluşunu temsil etmez. İzmir’in kurtuluşu aynı zamanda vatanın tümden kurtuluşudur. Vatanın kurtuluşu hem Lozan’ın hem de cumhuriyetin ve çağdaş Türkiye’nin temellerini attı. “Vatan ve Namus” diyenler tam bağımsızlıkla birlikte çağdaşlığı getirdiler. Emperyalizm ve işbirlikçileri –hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da- İngiliz gemilerine binip ülkelerini terk ettiler.

Mustafa Kemal Atatürk’e “İzmir’i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz Paşam” diyen Halide Edip’e “Yunanlardan sonra daha birbirimizi yiyeceğiz!” yanıtını vermişti. Kurtuluşun başladığı ve bittiği yer olan İzmir, aynı zamanda kuruluşun da başladığı yer olmuştu.

9 Eylül kutlu olsun…