1877’den günümüze kadar geçen süreçte 145 yıldan bu yana parlamentomuz var. Bu parlamentolar içerisinde en güçlüsü hiç şüphesiz 23 Nisan 1920’de açılan ve bağımsızlık savaşını yürüten Birinci Meclis oldu. Bu Meclis, dünyada ender görülen bir şekilde hem bağımsızlık savaşını demokratik koşullarda yürüttü ve ardından bağımsızlığı daimi kılmak için çağdaşlaşma hareketinin de dayanak noktası oldu. Dolayısıyla Birinci Meclis hem vatan kurtaran hem de devlet kuran bir meclisti. O, Meclisi Mukaddese idi. 
Kendinden önceki ve kendinden sonraki meclislerin en güçlüsü olan Birinci Meclis, tarihimizin en çoğulcu meclislerinin başında gelmektedir. Çoğulcu yapısı onun kapsama alanını genişlettiği gibi sahip olduğu güç de muazzamdı. Onu Fransız Devrimi’nin kurucu meclisiyle kıyaslamak mümkündür. 1924 yılında anayasa görüşmeleri sırasında Eskişehir milletvekili Abdullah Azmi Bey, Meclisi, İngiliz parlamentosuyla kıyaslamaktaydı. Azmi Bey’e göre Meclis, İngilizlerin kendi parlamentoları için söyledikleri kadını erkek, erkeği kadın yapmanın dışında her şeyi yapabilecek güce sahipti. 
Demokratik toplum çok seslidir. Bunun yansıdığı yerler parlamentolardır. Parlamentoyu çok sesli müziğe benzetebiliriz. Demokrasi, bir tür orkestra ya da koro tarzı müziği içerir. Tek sesli müzik şüphesiz koro değildir. Demokrasi kisvesi altındaki tek adam yönetimleri, çok sesli bir görünüm sergilese de tek sesli koro gibidir. 
Modern demokrasinin doğduğu yer Ortaçağ Avrupa’sıdır; kent devletleridir, İngiltere’dir, İsviçre’dir.  Demokrasi, kuvvetler ayrılığını içeren, sınıflı, seküler/laik ve kentli bir toplumsal modelin ürünüdür. Bu toplum modeli çok seslidir.
Ortaçağ’da Katolik kilisesi, dinsel müziğin çok sesli olmasına itiraz etmişti. Çünkü Tanrı tekti Dolayısıyla çok seslilik, Tanrı’nın tekliğine ve biricikliğine aykırıydı. Ancak gelişen kentler ve yükselen burjuvazi ile birlikte 17. Yüzyıldan itibaren çok sesli müzik yükselişe geçti. Çok sesli müzik ile demokrasinin gelişimi arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Çok sesli müzik, çoğulcu ve çok sesli toplum ile ilişkilidir. Ancak çok seslilik, her kafadan bir ses çıkması demek de değildir.
Orkestra, çok sayıda ve farklı müzik aletleri için yazılmış müzik parçalarının bir şef yönetimde seslendirildiği sanatçıların bir araya geldiği topluluktur. Burada dikkat çekici olan aynı müzik aletinin tek başına egemen olması değildir. Elbette aynı müzik aletinden birden fazla vardır ama onun dışında çok farklı müzik aletleri vardır ve onlar bir şefin yönetiminde (şefin elindeki sopanın küçüklüğüne ve sembolikliğine, ama etkisine de dikkat çekelim!) uyumlu bir şekilde söz konusu parçayı seslendirmektedirler. Zaten temel olan çok sesliliktir. Tek sesli bir parçanın çok sayıda ama aynı müzik aletiyle seslendirilmesi, çok seslilik değildir. Aynı durum siyaset alanı için de geçerlidir. 
Orkestra sözcüğü Antik Yunan’da da kullanılmakla beraber, modern anlamını 17. Yüzyılda İtalya’da aldı. Operalara eşlik etmek için sahnede yer alan orkestraların İtalya’da ortaya çıkışı da anlamlıdır. Çünkü İtalya, Ortaçağ ticaret kentlerinin merkeziydi. Zenginliğin, ticaretin ve burjuvazinin yükseldiği, Rönesans’ın doğduğu bu kentler çok sesliliğin de, çok sesli müziğin de doğduğu yerler oldu.
Orkestraların en büyüğü, senfoni orkestralarıdır. Bu orkestralarda yaklaşık 100 kişi çalar ve hemen hemen tüm çalgılar bulunur. Bunların dışında –daha küçük olmak üzere- filarmoni orkestraları ve oda müziği toplulukları da vardır.  
Orkestralardaki müzik aletlerini üç grupta toplamak mümkündür: Vurmalı, üflemeli ve yaylı çalgılar… Yasama, yürütme ve yargı gibi yani… Bu üç gruptaki çalgıların tek tip olması çok sesli müziğin doğasına aykırıdır. Paralellik kuracak olursak yasama, yürütme ve yargının da tek elde toplanması kuvvetler ayrılığına aykırıdır, demokrasinin doğasına aykırıdır.
Orkestra şefi, ellerini ve kollarını kullanarak orkestrayı yönetir. Müziğin hızını, ritmini, canlı ya da yavaş çalınmasını belirler. Orkestra şefinin görevi müziğin uyumlu bir şekilde çalınmasını sağlamaktır. Orkestra şefi o kurumsal yapıyı yönetir. O çoklu yapıyı tek tipleştirmez. Örneğin sadece viyolonsel, keman ya da flütten oluşmaz orkestra. Ya da şef, bütün müzik aletlerini kendi çalmaya kalkmaz. Hatta bir tanesini bile çalmaya kalkmaz. Sadece orkestrayı yönetir.
Orkestranın vurmalı, üflemeli ve yaylı çalgılardan oluştuğunu söyledim ama üflemeli çalgılar da kendi içerisinde ikiye ayrılır… En iyisi tümünü aşağıya almak:
1. Üflemeli çalgılar:
a. Tahta üflemeli çalgılar
b. Bakır üflemeli çalgılar
2. Vurmalı çalgılar
3. Yaylı çalgılar
 
Üflemeli çalgılar:
a. Tahta üflemeli çalgılar
1. Flüt
2. Obua
3. Klarinet
4. Fagot
b. Bakır üflemeli çalgılar
1. Korno
2. Trompet
3. Trombon
4. Tuba
 
Vurmalı çalgılar:
1. Timpani
2. Zil
3. Davul
4. Çan
5. Piyano
 
Telli / Yaylı çalgılar
1. Keman
2. Viyola
3. Viyolonsel
4. Kontrbass
5. Arp
 
Özetle demokrasi de böyle bir şey… Çok sesli müzik ve demokrasi birbiriyle ilişkili… Tek sesli yönetimden demokrasi, tek sesli müzikten de çok sesli müzik/senfoni olmaz… Avrupa’da demokrasinin doğuşu ve gelişimi, çok sesli müziğin gelişimiyle birlikte oldu. Türkiye’de ise ilginç bir şekilde çağdaşlaşma süreciyle birlikte çok sesli müziğin gelişmeye başlaması eş zamanlıdır. Osmanlı çağdaşlaşmanın öncü ismi II. Mahmut zamanında, çok sesli müziğin önemli kurumu olan Mızıka-i Hümayun kurulmuştur. Üstelik Mehteran’ın yerine… Cumhuriyetle birlikte çağdaşlaşma ve demokratikleşme süreci tepe noktasına çıktığı gibi, çok sesli müzik de gelişme sürecinin en önemli noktasına ulaşmıştır.
Sonuç olarak çok sesli müzik ve demokrasi ilişkisi tesadüf değildir. Bugün gelinen noktada sadece davul ya da bağlama çalan müzisyenlerden oluşan bir müzisyenler topluluğu orkestra değildir ve elbette ki bunların siyaset alanındaki toplamı da demokrasi değildir.
Türkiye’de siyasal alanda çok sesliliğin en yoğun yaşandığı Meclis, 23 Nisan 1920’de, 102 yıl önce açılan Birinci Meclis’ti. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını yöneten ve devlet kuran Gazi Meclis, Türkiye’de siyasal yaşamın merkezi, kutsal mekanıdır. Dünyada bağımsızlık savaşı yöneten ve devlet kuran ikinci bir Meclis yoktur. Meclisi, parlamenter demokratik cumhuriyeti siyasal sistemimizin merkezine oturtan Atatürk’ü ve tüm Birinci Meclis üyelerini sevgi ve saygıyla anıyorum.