14 Mayıs 1950’de büyük bir kamuoyu desteği ile iktidara gelen Demokrat Parti, 1950’lilerin ikinci yarısından itibaren giderek otoriterleşmeye yöneldi. DP iktidarı açısından son kırılma noktalarından biri olan Tahkikat Komisyonu’nun kurulması (Nisan 1960) ve buna karşı öğrenci olaylarının patlak vermesi (28 Nisan) üzerine Başbakan Adnan Menderes, dönemin önemli bir Anayasa Hukukçusu olan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’i arayarak Ankara’ya çağırdı. Menderes, siyasal anlamda DP’ye yakın olan Başgil’e verdiği değeri telefondaki sözlerinden anlamak mümkündür:

“Aziz hocam, uzun zamandan beri sizi arayamadığım için çok özür dilerim. Ne durumda olduğumu tahmin edersiniz. Nasihatlerinize her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Eğer fazla rahatsız olmayacaksanız hemen bu akşam Ankara’ya hareket etmenizi çok rica ediyorum”.

Başgil, Menderes’in daveti üzerine Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kendisini yemeğe çağırdı. DP ileri gelenleri ile birlikte Çankaya’da yemek yediler. Tarih 29 Nisan’dı. Yemekte Başgil, Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına değil, ona verilen yetkilere karşı çıktığını, tanınan yetkilerin Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi. Bu durum, Menderes ve Bayar’ın hoşuna gitmese de Başgil’i dinlemeye devam ettiler. Başgil, sertlik yanlısı politikalardan vazgeçilmesini önerdi. Basına getirilen kısıtlamaları ve TBMM görüşmelerinin yayınlanmasının yasaklanmasını eleştirdi. İstanbul Üniversitesi’ndeki olaylar sırasında Ordu ile üniversite gençliği arasındaki yakınlaşmaya dikkat çekti. 

Başgil, iktidarın ne yapması gerektiğine dair soruyu yemekten sonra daha dar bir gruba yanıtladı. Bu grupta Bayar, Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu vardı. Başgil şu net önerilerde bulundu:

“Her şeyden önce, Menderes Kabinesi derhal istifa etmelidir. Bundan sonra, mümkün olduğu nisbette, muhalefete de birkaç bakanlık vererek, Meclisteki mutedil şahsiyetlerden yeni bir kabine kurmalıdır. Böylece, bir nevi koalisyon kabinesi, daha doğrusu milli birlik kurulmuş olacaktır. Bu yeni hükümet, kendisinden öncekinin takip ettiği politikayı bir yana bırakarak tam serbesti içinde kararlarını alacak ve Meclise, Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilen kanunların, bilhassa Salahiyetler Kanununun tadilini teklif edebilecektir. Bu şekilde hareket edilince, artık muhalefet, hükümeti itham etmek için bir bahane bulamayacak ve siyasi tansiyon düşecektir”. 

Gerçekten de Başgil’in önerileri son derece yerindeydi. Siyasal tansiyonun düşmesinin ardından gidilecek erken seçimler, Türkiye’de demokratik yollarla iktidarın değişmesinin gelenekleşmesinin önünü açacaktı. 

Bayar, Başgil’in önerisine şiddetle karşı çıktı. Bunu “zaaf alameti” olarak tanımladı ve rakiplerinin cesaretlenmesine yol açacağını ileri sürdü. Bayar’a göre buhran zamanında hükümeti değiştirmek yersiz bir hareketti. Yapılması gereken sert tedbirler almaktı.

Menderes ise, sorunun kaynağı kendi ise istifa edebileceğini, ancak hükümetin istifası durumunda işlerin daha kötüye gidebileceğinden endişe duyduğunu söyledi. Sokak eylemleriyle Türkiye’de istifa eden bir hükümetin olup olmadığını soran Menderes’e Başgil, yine soruyla cevap verdi:

“Siz bana tarihimizde on seneden beri bu memlekette gerçekleştirilmeye çalışılan demokrasiye benzer bir demokrasi örneği verebilir misiniz?”

Başgil, kendi sorusunu kendi yanıtladı. Böyle bir gelenek hiç oluşmamıştı:

“Ve Sayın Başvekil bundan böyle ilk defa bu nevi bir örf ve adeti ortaya çıkarmak şerefi size düşmektedir”. 

Görüşmenin ardından toplanan Bakanlar Kurulu da bu isteği kabul etmedi. Dolayısıyla 27 Mayıs öncesinde iktidarın eline geçen son fırsatlardan biri de değerlendirilemedi. Mayıs ayında da siyasal gerilim tırmanmaya devam etti. 555K olayları ve 21 Mayıs’taki Harp Okulu öğrencilerinin sessiz yürüyüşü göz göre göre gelen askeri darbenin kilometre taşları oldular. 

Tahkikat Komisyonu üyesi Nusret Kirişçioğlu’nun hazırladığı Komisyon Raporu, CHP’ye yönelik ağır suçlamalardan sonra yürütme, yasama ve yargı alanlarına dair önlemler de sıralamaktaydı. Yargıya ilişkin getirilen öneri ise şöyle idi:

“Eğer CHP propagandası bugün tatbik etmekte olduğu muhalefet usullerinde ısrar ederlerse, bu parti salahiyetleri ve hatta bizzat partinin manevi şahsiyeti hakkında bazı kazai tedbirlerin alınması da icap eder”. 

Kirişçioğlu’nun raporunda dile getirilen öneri, CHP’nin kapatılmasıydı. DP’de Tahkikat Encümeni’nin raporu yönünde değil de, Başgil’in önerileri yönünde eğilim olsaydı ve bunlar uygulanabilseydi, askeri darbenin gerçekleşmemesi olasıydı. Askeri darbe neticede DP’yi iktidardan uzaklaştırdı. Ancak burada mağdur olan sadece DP değildi. Onun yanında Türkiye’de askeri darbelerin önü açılmış oldu. Ayrıca, yapılacak olan ilk “serbest ve dürüst” seçimlerde CHP’nin iktidara gelmesi olasıydı. Askeri darbe, bunu engelledi. Nitekim 1961 seçimlerinde CHP askeri darbeyle özdeşleştiğinden -1957’ye nazaran- oy kaybetti. Dolayısıyla gelinen noktada CHP’nin hem DP’nin otoriterleşmesi ve demokrasiden uzaklaşarak serbest ve dürüst seçim yapmak istememesi ve hem de askeri darbe nedeniyle iki ayrı mağduriyet yaşadığını söylemek mümkündür. 

27 Mayıs sonrasında Türk demokrasi tarihinin en özgürlükçü anayasası elde edilse de, 27 Mayıs Türkiye’de hem askeri darbe geleneğinin önünü açtı ve hem de siyasallaşmış Yassıada yargılamalarının ardından Menderes’lerin idamıyla tarihte olumsuz izler bıraktı. Siyasal cepheleşmelerden muzdarip Türk siyasal yaşamının çatışma düzeyini yükseltecek şekilde araya kan da girmiş oldu. İsmet Paşa’nın idamları önlemeye gücü yetmedi ama CHP-AP koalisyonu ile siyasal tansiyonu düşürmeye önemli katkı da sağladı. Ancak keşke Başgil’in aklıselim önerileri dinlenmiş ve uygulanmış olsaydı yakın dönem Türkiye tarihi bambaşka olabilirdi. Gönül ister ki Başgil’lere ihtiyaç olmasın ama ihtiyaç olduğunda da sözleri dinlensin.      

Kaynak: 
Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, (çev. M. Ali Sebük-İ. Hakkı Akın), Yağmur Yay., İstanbul, 1966, ss. 128-141.
Hakkı Uyar, Demokrat Parti İktidarında CHP (1950-1960), Doğan Kitap İstanbul, 2017.