1950’li yılların başı.
 
Cumhuriyet’in ilanından sonra başlayan eğitim seferberliğinden annem de nasibini almış, en büyük hayali olan öğretmenliğe adımını atmış.
 
Fakirlik diz boyuyken, zeytin bile tane ile kardeşlerin önlerine konarken, bir şekilde yatılı burslu okuduktan sonra İstanbul’a Edebiyat Fakültesine kapağı atarak o sene Felsefe Bölümünden mezun olabilen 4 kişi arasında yerini almış
 
Annem tazecik bir öğretmen olarak Maraş Lisesi’ne tayin olduğunda, Anadolu’ya gideceği için gurulu ve heyecan dolu. Cumhuriyet’e yürekten bağlı, Atatürk’e, minnettar… Babamla beraber, bu hiç tanımadıkları, bilmedikleri topraklarda bir çatı katına sığınmışlar. Okulda neredeyse kendisinin yaşında öğrenciler var.
 
İşine âşık genç bir kadın olarak her sabah erkenden okuluna giderken bir gün bir şey fark etmiş:
Sokakta evlerinin önünde oturan Maraşlı kadılar, annemin geçtiğini gördüklerinde gülüşerek yüzlerini örtüp, kaçınıyor, başlarını öte tarafa çeviriyorlar ! Bu böyle bir süre okula giderken ve dönerken devam etmiş. Bunun nedenini merak eden annem, sorup soruşturunca gerçek ortaya çıkmış.
 
Bir hoca efendi verdiği vaaz sırasında şöyle buyurmuş:
 
‘’Çalışan kadın yarı erkek sayılır. Görünce kapanın!’’
 
….
 
O günlerden bu günlere… Minnet doluyuz tek yüreğiz.
 
Kısaca ülkenin her yerinde farklı sosyal kesitler, birbirinden farklı şartlar ve yaşamlar vardı. Bir başka anlatımla bazılarımız, odun-kömürle; bazılarımız da tezekle ısıtılan evlerde, kimimiz bir mangalın, kimimiz de dökme sobanın çevresinde büyüyen çocuklardık. Ailelerimizin eğitimi, gelir düzeyi, standartlarımız farklı gibi görünse de çoğunluğumuzun aile içi yaşam biçimi benzeşirdi. Bu nedenle bizler ortak bir kültürde her zaman birleştik.
 
Anne- babalarımız radyoda dünya haberlerini pür dikkat dinleyen, beraber ve solo şarkılarda Hacı Arif Bey, Tanburi Cemil Bey ve Tatyos Efendi’nin hicaz şarkılarına eşlik eden; gece tiyatrosunda O. Henry, Stendhal, John Steinbeck’ten uyarlanan hikâyelere kilitlenen, sabahları kalktığında da Yurttan Sesler’in yan ısıra Mantovani, Frank Purcel orkestralarının hafif müzikleri eşliğinde kahvaltı eden ailelerdi. (Elektrik bulanlar tabii.)