Maziye bakmak geleceği mükemmel yaşamak için bir hissi seyahat değildir. Yazarlar, kendi aslı vazifelerini yapabilmek, yani dili diriltmek, şamatalı ifadelerin diktatörlüğü yüzünden bozulan manayı kelimelere yeniden kazandırmak için hareket noktası arıyorlar. Hürriyet, adalet, hakikat gibi mücevher kelimeler özellikle itibardan düşürülmüş, yaşanan dil bile tahrip edilmiştir. Halbuki; güzellik ve duygunun vatanı olan dil, insan için düşünür, insan için konuşur.
 
Bir ırmağın akıntısı nasıl dipteki taşları parlatır ve değirmenin taşını döndürürse dilin akışı da kendi kaidelerine göre, ölçüyü, ahengi ve şimdiye kadar meçhul kalmış, keşfedilmemiş, ismi konmamış daha binlerce önemli şekil ve biçimi ortaya çıkarır.
 
Türkiye'de hiçbir hakiki yazar yoktur ki, resmi argonun diktatörlüğüne karşı dilin hakimiyetini tesis etmeye kendini vermemiş olsun.
 
Bu önemli vazife, despotluğun özüne de bir hücum teşkil ediyor. Bu işe girenler, artık "sahte ifadeleri" dinlemeyerek, aradıkları hakikatı bulmak için sembol ve imaj diline dönen dürüst insanların ahlâkî otoritesine sahiptir. Resmi makamlar bu yüzden sadece temaları değil yazma usulünü de empoze etmeye çalışıyorlar. Saray idarecilerinin yazarları iğfal ederek kendi sistemlerine sokmaya çalışmalarının sebebi de, onları bu dürüst insanlardan ve ahlâkî otoritelerinden ayırmak içindir. Şimdi sadece yazarların şahsını değil, şeref ve itibarlarını da tahrip etmeyi kararlaştırmış görünüyorlar. Bu adamları halkın karşısında hor gördüler ve küçümsediler. Ezdiler, hapse atarak seslerini boğdular, ama yapamadıkları bir şey kaldı: Türkiye de yirmi yıla yakın zamandır yazarların kullandıkları kelimeleri silmek ve bunların doğurduğu neticeleri ortadan kaldırmak. Anonim bir atasözüne göre "Kalemle yazılan şey, balta ile de silinmez." 
 
Bencileyin şu an bizim kurban edilmiş bir nesil olup olmadığımızı kim biliyor? Bizler Yunanı kovmak için atlarını korkusuzca Akdeniz’e süren Atatürk'ün süvarilerine benziyoruz...
 
Işık ve sevgiyle kalın!