Hayata geldiğimiz andan itibaren ömrümüzün önemli sayılabilecek bir kısmını tanıdığımız, tanıştığımız insanları dinleyerek, onların dertlerine derman olabilmenin yanısıra çare aramak için geçiriyoruz genetik kodlarımız gereği…

Kolay mı ömrümüzün önemli bir kısmını insanları dinleyerek, onların dertlerine derman olabilmek için geçirmek. Kiminde büyük hayal kırıklıkları, kiminde ise dünya tatlısı güzel haberler…

Sonuç olarak biz de insanız tabii. Kendi yaşam maceramızda da öyle ya da böyle epeyce yaralanmışız. Zaten yara almadan bu dünyada yaşayabilmek mümkün mü ki? Ancak biliyorum ki insan bu yaralarla büyüyor, olgunlaşıyor, hayata tutunup var olabiliyor.

Varoluşun da, kayboluşun da altındaki imza hep bu yaralara aittir. Başarılarımız da , yenilgilerimiz de hep bu yaraların eseri.

Bir insan olarak insanları dinledikçe, onların anlattığı hikayelerinin bir yerlerinde kendimi de gördükçe, o acıların içinde onlarla birlikte  yoğuruldukça, sadece onlar değil, bizler de hep beraber yoğun bir terapiden geçiyoruz.

Artık onları da, kendimi de daha iyi anlıyabiliyorum. Kader yolumuz bizi her zaman başarıya ve mutluluğa götürmüyor. Ancak o yolun bizi nereye götürdüğünü tahmin etmek ve bilmekse, sadece ama sadece bize düşüyor…

 Ülkemizde bugün yaşadığımız mutsuzluğun öfke patlamasının, kargaşanın, toplumsal bencilliğin ve duyarsızlığın nedeni de sevgisizlik. Şifanın ise  sevgiden, şefkat ve merhametten geldiğini çok daha iyi anlayabiliyorum.

İnanın, yolun sonu aydınlık; çünkü tünelin ucunda ışık göründü.Yeter ki bu aydınlanmamız  ve hesap sormamız devam etsin…

Sandık çok yakında önümüzde.

Işık ve sevgiyle kalın!