Öncelikle doktorlara yöneltilen bilinçsiz şiddeti ve cehaleti şiddetle kınıyorum ve tüm doktorlarımız  için üzüntülerimi dile getiriyorum.
Okul sayfamızdaki çok değerli bir profesör arkadaşım,  bu elim olaylara, doktorları birbirine şikayet etmelerinin sebep olduğuna dair, çok doğru bir bakış açısıyla, çok dürüstçe şöyle bir yorum yapmış:
 ‘’BU GÜNE KADAR BİR ÇOK HEKİM ARKADAŞIMIN ÖLDÜRÜLMESİNDE, DOKTOR KIŞKIRTMASI OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİYORUM.
BU BİLGİLERİME DAYANARAK,  5. YIL STAJYER DOKTORLARIMA “HEKİMLERE  KARŞI OLAN ŞİDDETİN % 80- 90 nının SEBEBİ, YİNE HEKİMLERDİR” DERDİM.’’
Onun öngörüşüne dayanarak, bu acı olaylara farklı açılardan bakmanın, yararlı olacağını düşündüm. Masaya yatırılması gereken bir konudur:
Ülkemizde, Tıp Fakültesini kazanmak, çok büyük bir ayrıcalık ve üstünlük kabul edilir. Öyle ki, daha o andan itibaren, tüm ailesi, çevresi, o ‘özel’ beyni ve başarıyı koyacak yer bulamaz. O kişi de yıllardır toplumun abartarak yücelttiği bu başarıyı haklı olarak ‘’ ben neymişim!!’ le karşılar, diğer öğrencilere karşı  kesinlikle bir üstünlük hisseder.  
Üstünlük taslamak istemese bile,  gizliden ve farkında olmadan,  ‘’dünyayı ben yarattım’’ egosu ile okula başlar.  
Bu onun isteyerek yarattığı bir tavır değil; toplumun ona yerleştirdiği bir büyüklük ve önemdir.
Öte yandan, örneğin Amerika’da en akıllı, en özel ve en üstün zekalı öğrencilerin gittiği okullar Harvard Hukuk ve Massachussetss MIT mühendisliktir. Hatta bir çok dünya ülkesinde mühendislik, doktorluktan daha önemli bulunur ama ülkemizde, doktorluk, kişiye ‘havalı ve çok ayrıcalıklı ’ bir misyon yükletir. 
Doktorluk, o ülkelerde, bir zeka üstünlüğü değil,  kesip biçmeye, tedavi etmeye bir merak ve özel istek ve yönlenme sonucu bir seçimdir.  
Meslekleri birbiriyle mukayese etmek çok yersiz ve geçersizdir. Ne var ki biz Türkiye’deki doktorluk pozisyonunu inceliyoruz. 
Doktorluk öğrencilerinin ağır,uzun ve zor bir eğitimden geçtiği şüphesizdir. Bu yılların ağırlığı, zaten sınavı kazandığından itibaren yavaşça yükselmiş olan egosuna katkı yapar. Üniversiteyi, 4 -5 senede bitiren emsali arkadaşları ile, kendi yıllarını tarttığında, egosu yine yüklenir. 
Oysa, öğrencilikte sabahlamak, sadece doktor adaylarının zorluğu değildir.
Kim ne derse desin, doktor kişi ve yakınları, bir önem ve büyüklük aşılanması ile bir üstünlük elbisesi mutlaka giyer.
Haklıdır. Haklıdırlar. 
Ama bu üstünlük yapısı, mesleklerinde, onların, hastalarına olan tutumlarına yansıdığı sürece, belli bir olumsuzluk ve istenmeyen sonuçlar doğması kaçınılmazdır. Doktorların çoğunun bu  ‘’ yüksek dağları ben yarattım’’ tavırları; hastaların katil olmasa bile, katil olacak noktaya getiren bu davranışları, herkesçe bilinir, sıkça görülür.
Sonuç olarak;
*****Bazı değerli ve mütevazi olanlar hariç olmak üzere**********, ezici çoğunluğu, doktor önlüğünü  giydiği ilk andan itibaren, insanlara tepeden bakma, onu azımsama, zaman zaman da  küçümseme  eğiliminde olmaya adeta yönlenmiştir. Hayat kurtarma gücü onun  asasıdır! İnsanları tersleme, azarlama, kızabilme  hakkını kendinde görür. Hatta  karşısındakinin ‘anlamayacağı’ varsayımı ile bilgi vermek istemez, en az konuşur, bazen de hiç konuşmadan, açıklamadan, teşhisini bile bildirme gereği duymadan, reçetesini yazar, geçer. Tavrı, davranışı, ses tonu, vücut dili ile, ulaşılmazlık yaratır. 
Kerli ferli,  aklı başında, iyi meslek sahibi olmanız, onun açıklamalarını anlar kapasitede bulunmanız bir şey değiştirmez. Bir çoğuna soru sormaya korkarsınız. 
Binlerce  olayda, ve örnekte,  yaşamsal ameliyatlar sonrası, kapıda doktorunuzdan iki güzel kelime duymak için oğunur, erir, bekler, durursunuz. Arka kapıdan çıkar, gider.  
Bunlar, 40/50 bin lira doktor parası ödediğiniz özel ameliyatlar değilse, içeride ne olduğunu kimse anlatmak, bilgi vermek gereği duymaz. Hastanız ve siz, ister istemez, kendinizi önemsiz ve değersiz hissedersiniz.  Sinir küpüne dönersiniz. 
 O gerginlikle ve endişe ile,  bir iki şikayet cümlesi etseniz, ‘kendine gel, defol kime gidersen git’ nidaları da yükselebilir. Dilinin freni pek olmaz. Anlayışlı olanı azdır. 
Tansiyon ister istemez  artar.  Zaten canını, ciğerini kaybetmiş olup, acıdan gözü hiçbir şey görmeyen hasta yakını, eline en son alacağı şeyi işte böyle alır. 
Kısacası ve özür dileyerek söylüyorum ki,
Türkiye’de doktorların genel tavrı, gelen kişiye tepeden bakmaktır. 
Hiçbir meslek  erbabında, nice değerli, profesör, mucit, ilim, bilim adamında olmayan,  görülmeyen bu üstünlük tavrı bırakılmadığı sürece, benzer olayların olması ne yazık ki kaçınılmazdır. 
Doktor, karşısındaki kişi, eğitimli olsun olmasın, anlasın anlamasın; hastasına ve yakınlarına saygılı, sevgili, sıcak ve  anlayışlı olmak zorundadır. Açıklayıcı bilgileri sabırla vermek,  hastaya  durumunu üşenmeden anlatmak durumundadır.
 Velev ki hasta, o acı ile bir ters davranışta bulunsun; doktor, acı çeken tarafı anlayışla karşılamalı ve tepelerden yere inerek, onun seviyesinde bir bağ kurmalıdır. 
Karşısındaki kişi, korkuların en büyüğü olan ‘ölüm korkusu’ ile ve dolayısıyla, sağlıksız bir psikoloji ile kapısına gelip yardımı dilenmekte olan bir çaresizdir. 
Ya da, evladını, ciğerini, anasını bacısını kaybetmiş bir yaralıdır. 
Doğada en tehlikeli olan canlı, yaralı olan değil midir?