Türkiye, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 1877 yılından beri seçim yapıyor. Eğer seçimler çoğulcu ve biraz da demokratik bir ortamda yapılıyorsa seçmen oyunu kullanırken ekonomik tabloya bakarak veriyor. Tarihimizdeki belli başlı krizlere ve seçmenin oy tercihlerine yansımasına bakalım.

—  1929-1931

—  1958-1961

—  1978-1981

—  1988-1989

—  1994

—  1998-2002

Bu büyük krizlere ek olarak 1947, 1969, 1982 ve 1991 krizleri küçük krizler olarak sayılabilir.

2018 yılında doların 7 lirayı görmesiyle (Rahip Brunson krizinin etkisiyle) başlayan ekonomik kriz, covid 19 süreciyle devam etti ve son 8 ayda dolar 7 liradan 13 lira sınırına dayandı. 8 aylık süreçte yaşanan –sürece yayılsa da- devalüasyondur. Devalüasyonlu ekonomik krizlerin ülke, toplum ve demokrasi üzerindeki etkileri de son derece yıpratıcıdır.

Elbette seçmenin tercihlerinde tek tercih ekonomik tablo değildir. Ancak bununla birlikte seçmenin tercihini belirleyen unsunlar içerisinde ilk sırada ekonomik göstergeler yer almaktadır. Nitekim Ak Parti’nin de iktidara gelmesini sağlayan öncelikle 2001 ekonomik kriziydi.

Kapitalizmin geçirdiği en büyük ekonomik kriz olan 1929 ekonomik krizi, Türkiye ekonomisini de vurmuştu. Tarımsal ürün fiyatları düşmüş, pazar için mal üreten kıyı bölgelerindeki seçmen 1930 yerel seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’na oy vermişti. Üstelik kurulan parti bir iki ay önce kurulmuştu. Seçmenin Türkiye genelinde örgütlenemeyen ve yeni kurulmuş SCF’ye oy verdiği yerlerin başında İzmir gelmekteydi. Seçmenin SCF’ye yönelmesinin nedenlerinden biri de mübadele ile gelenlerin sosyal ve ekonomik sorunlarının tam olarak çözülmemesiydi. Dolayısıyla bu da ekonomik sorunlara dahildi.

İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik kriz, izlenen savaş ekonomisi politikaları (Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, karaborsa, karne uygulaması…) ve 1946 devalüasyonu CHP’nin 1950 seçimlerini kaybetmesinin ana nedeniydi. Dolayısıyla DP ekonomik kriz üzerine iktidara geldi. DP iktidarının ilk yılları “altın yıllar” olarak tanımlansa da 1950’lerin sonunda DP’yi de ekonomik kriz vurdu. Plansız yatırımlar, dış borç ödeme dengelerinin bozulması 1958 devalüasyonunu beraberinde getirdi. Dolar 2,80’den 9 liraya çıktı. Pek çok ürün piyasada bulunamıyordu. DP’nin ekonomik tablonun bozulmasıyla paralel –ve hatta belik ondan önce- otoriterleşme eğilimleri kendini gösterdi. 27 Mayıs askeri darbesi olmasaydı DP muhtemelen dürüst bir seçim yapıldığı takdirde iktidarı kaybedecekti.

Ekonomik krizler iktidarlara seçimleri kaybettirdiği gibi askeri darbelere de yol açtı. Türkiye’de yaşanan her askeri darbeden önce ekonomik krizin yaşandığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. 1970, 1971, 1980 ve 1997 darbelerinden önce de ekonomik krizler yaşanmıştı.

1978’deki ekonomik kriz sürecinde iktidarda olan CHP, 1979 milletvekili ara ve senato kısmi yenileme seçimlerini kaybetti. 1977 seçimlerinde % 41 olan oyu, 1979’da % 30’a geriledi. Aslında CHP’nin bu tarihten sonra bir daha % 30 bandını aştığı da görülmedi. Bu kritik bir eşik olarak ortada durmaktadır. Ancak bugün seçim süreci başka bir boyuta taşınmış durumdadır. Yarış Cumhur ittifakı ile Millet ittifakı arasında yaşanacaktır. Avantaj Millet ittifakından yana görünmektedir.

12 Eylül askeri darbesinden sonra iktidara gelen ANAP da ekonomik krizlerin etkisiyle 1989 yerel ve 1991 genel seçimlerini kaybetmişti. Benzer bir durum 1994 ekonomik krizi neticesinde DYP-SHP için de geçerliydi. 1995 genel seçimlerinin galibi RP olmuştu.

Yine Ak Parti’nin 2001 ekonomik krizi sonucunda iktidara geldiği unutulmamalıdır. Bu kriz DSP ve ANAP’ı tarihe karıştırırken, kurumsal kimliği olan MHP tarihe karışmasa da barajın altında kaldı. Kriz Ak Parti’ye yaradı. 2001 krizi Ak Parti’yi iktidara getirdi. Bakalım 2021 krizi de aynı sonucu doğuracak mı? Tarih tekerrür edecek gibi görünüyor.