Osmanlı Devleti, Türklerin tarihleri boyunca kurdukları devletlerin en büyüğü ve uzun ömürlüsü oldu. 16. Yüzyılın ortalarına kadar Avrupa karşısında ciddi başarılara imza attı. İnsan kaynağı ve sermaye birikimi gibi alanlarda Avrupa’nın gerisinde olsa da askeri başarıları ve örgütlenme becerisi, Osmanlı’ya Avrupa ile rekabet edebilme imkanı sağladı. 1571’deki İnebahtı yenilgisi ve 1683 Viyana bozgunu, Osmanlı’nın genişleme kapasitesinin sonuna geldiğinin açık bir belirtisiydi. Yayılan Avrupa karşısında en uzun süre direnen imparatorluk da Osmanlı oldu. Askeri ve mali alandaki modernleşme çabası, Tanzimat dönemiyle beraber daha geniş bir alana yayıldı. Bununla birlikte Osmanlı, tarım imparatorluğu olmaktan çıkamayarak ticaret ve sanayi toplumunu oluşturan Avrupa karşısında daha fazla direnemedi ve hızla dağılma sürecine girdi. Osmanlı, emperyalizm ve milliyetçilik karşısında, dağılan son tarım imparatorluğu oldu. 

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros ve Sevr, yüzyıllardan beri sürmekte olan gerilemenin, Viyana önlerinden Sakarya önlerine kadar çekilmenin son noktasıydı. Milli Mücadele başarıyla sonuçlanmasaydı, Anadolu topraklarında bir Türk devleti olmayacaktı ve Anadolu, emperyalist rekabet neticesinde paylaşılmış olacaktı.  

Savaş yorgunu olan bir toplumun, gençlerini cephelerde tüketen bir milletin son andaki yaşam mücadelesidir İstiklal Harbi… “Ya istiklal ya ölüm” diyenlerin kararlılığıdır. İstiklal gidince “vatan ve namus”un da gideceğinin bilince olanların mücadelesidir. İşgalci güçlerin yanı sıra yerli işbirlikçilerle de savaşın adıdır İstiklal Harbi… İşte İzmir, bu savaşın başladığı ve bittiği yerdir. 

Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı yürütülen üç buçuk yıllık mücadelede halkı kazanmak ve halkın elindeki kıt imkanları kullanarak, emperyalist devletlerin kendi aralarındaki rekabetten yararlanarak savaşı kazanmak hiç de kolay olmadı. 26 Ağustos’ta Afyon’da başlayan kurtuluş mücadelesi 9 Eylül’de sembolik olarak İzmir’de bitti. Bununla birlikte mücadele 9 Eylül günü bitmemişti. 12 Eylül’de Urla, 15 Eylül’de Alaçatı, 16 Eylül’de Çeşme ve 17 Eylül’de Karaburun kurtarıldı. İzmir’in kıyı şeridindeki ilçelerin kurtuluşu için geçen bir haftalık süre, bize, yürütülen mücadelenin ne kadar kıt imkanlarla ve bıçak sırtı bir mücadeleyle gerçekleştiğini göstermektedir. 

Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda şöyle anlatır:

“Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik 

ve Kayserili bir nefer 

yanan şehrin kızıltısı içinden gelip 

öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, 

Güneyden Kuzeye, 

Doğudan Batıya, 

Türk halkıyla beraber 

seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i”. 

İzmir, 20. yüzyılın başında ülke ortalamasına göre sosyo-ekonomik bakımdan gelişmiş bir liman kentiydi. Hatta Cumhuriyetin –İstanbul’dan sonra- devraldığı en gelişmiş kentti. Kentin bu konumunda zengin hinterlandı ve kozmopolit yapısı önemli bir etkiye sahipti.  Ancak, kozmopolit yapı ve farklı etnik/dinsel kimliklerin varlığı siyasal bir kaos ortamını da beraberinde getiriyordu. İzmir, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürece bu ortamda girdi. Kentin Yunan işgaline uğraması, şehri Türk Kurtuluş Savaşı’nın sembol şehri haline getirdi.  Bu bağlamda İzmir, Milli Mücadele’nin “kızıl elma”sıydı, nihai hedefiydi. Kentin Yunan işgalinden kurtuluşu ile birlikte yeni bir dönem başladı. Nüfus mübadelesi ve diğer yollarla Rum, Ermeni nüfusun kenti terk etmesiyle siyasal kaos ortamı da sona ermekteydi; ama ticareti önemli ölçüde elinde bulunduran gayrimüslim unsurların gitmeleri, kentin eski ihtişamını yitirmesi anlamına da geliyordu. Özellikle bu durum 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile birleştiğinde kendini çok daha açık bir şekilde gösterecektir.

Sorunu daha da içinden çıkılmaz kılacak olan Yunan kuvvetlerinin Anadolu şehir ve kasabalarını yakarak çekilmesi, İzmir’in hinterlandının tahrip edilmesidir. Ardından gelen İzmir yangını neticesinde şehirdeki 42.945 haneden 14.004’ü tamamen yanmıştı. Kalan mağaza ve dükkan sayısı ise sadece 9.696 idi. Bunların 6.410’u Müslümanlara aitti. Kalan 3.286 mağaza ve dükkanın 1.638’i Rumların; 1.648’i de Musevi ve yabancılarındı. Yangın sonrası “Eski İzmir’den sadece şehrin kenarları ve ortada tamamı yanmış koca bir delik kalmıştı”. 

Kenti yeniden imar etmek, işgalden yeni kurtulmuş bir ülkede hiç de kolay değildi. Bu konuda belki de en büyük şans Kazım Dirik’in vali, Behçet Uz’un belediye başkanı olmasıydı. 

9 Eylül sadece İzmir’in değil, Türkiye’nin de kurtuluş günüdür. Mensubu olduğum üniversiteye adını veren tarihtir. Kurtuluş Savaşı’nın sembolü olan bu kent, tarihsel kimliği ile özgür, demokrat ve cumhuriyetçi yapısıyla farklı bir profil çizmektedir. Kenti ve ülkeyi, kalkındırmak, bir refah toplumu yaratmak ve o kara günleri unutmamak dileğiyle… İzmir’in ve Türkiye’nin kurtuluşu, Milli Mücadele’nin 100. Yılı kutlu olsun…