Türkiye’nin yakın coğrafyasında, Suriye’de ve Libya’da yaşananlar ve Türkiye’nin buradaki müdahil tutumu ülke içerisinde kaygıları arttırmaktadır. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Arap coğrafyasıyla ilişkisini tamamen kesti. Milli Mücadele’nin anayasal metni ya da programı olarak tanımlanabilecek olan Misak-ı Milli, Arap coğrafyasının kendi kaderini tayin etmesini destekliyordu. Ancak o coğrafya için kan dökmeye hiç de istekli değildi. Çünkü 1914-1918 döneminde yaşananlardan büyük ders çıkarılmıştı. 

Bugün Suriye ve Libya’da yaşananlara aşırı anlam yüklemek, Milli Mücadele ile bir tutmak doğru bir davranış olmayacaktır. Nitekim 1971’de İsmet İnönü, CHP Küçük Kurultayında sosyalist sola ilişkin eleştirilerde bulunmuş ve bu kesimin “Bağımsız Türkiye” taleplerini ve “İkinci Kurtuluş Savaşı” yürüttüklerine dair söylemlerini eleştirmişti:

“Yahut, aşırı uç soldadır. Onun iddiası basittir. ‘Bilimsel sosyalizm yapacağız’ diyerek, dış âlemin kolu, irtica sosyalizmine gözü kapalı sürüklemek isterler. ‘Sosyal meseleleri öne almak, halletmek lâzımdır’ dediğimiz zaman, bizim gafletle memleketin aşırı sola sürüklenmek istendiğini anlayamadığımızı zannederler. Bunların hepsine karşıyız biz arkadaşlar, herkesin dilinde ‘Bağımsız Türkiye’ vardır. Herkesin dilinde yeni bir ‘Kurtuluş Savaşı yapıyoruz’ vardır. Kurtuluş Savaşı’nı her babayiğidin sabahları kalktığı zaman icat edebileceği bir meydan muharebesi zannederler.

Şimdi, her 25 yaşında bir delikanlı nereden, nasıl bir kuvvetle, izan ile meydana çıktığı belli olmayan tahriklere âlet olarak, Kurtuluş Savaşı yaptığını ilân etmektedir. İnsaf, biraz insaf lâzım. Atatürk 500 senede bir defa gelmiş, ikinci 500 senede değil.. Türk milleti bağrından daima Mustafa Kemaller yetiştirecektir. Türk Milletinin cevheri, kanı, anlayışı budur. Müstakil bir cemiyet olarak yaşayacak. Bu zihniyeti yaşatmak için en son bulduğu şekil, cumhuriyettir, Türkiye Cumhuriyeti şeklidir. Onun içinden büyük istidatlar, büyük kahramanlar çıkacaktır. Ama her gün bir düzine böyle adamlar çıkacak..

Tabiat bu kadar zengin değildir, cömert değildir”. 

Sanırım İnönü’nün geçmişteki uyarısı, bugün için de geçerlidir.

Şüphesiz bugün Suriye’de Esat yönetimi, Rusya ve İran desteği olmasaydı ayakta duramazdı. Buna ilişkin tespitler doğru ve yerindedir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Esat muhalifleri de dış destek olmasaydı ayakta durabilir miydi? Elbette duramazdı. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana tarihinin en uzun süreli barışını yaşamaktadır. Bu barış ortamı kalkınmasına ve gelişebilmesine imkan sağlamaktadır. 

Üstelik vatan savunması için olmadıkça bir Türk çocuğunun burnunun kanamasına izin verilmemelidir. Cumhuriyetin kurucuları 1923’te yeni Türkiye’nin “cihangir” (fetihçi) bir devlet olmayacağı tespiti yapmışlardı. Yeni Türkiye, bir iktisat (ekonomi) devleti olacaktı. 

Türkiye, Irak’taki parçalanmanın etkilerini yoğun olarak hissetmektedir. 1990’ların başında Saddam’dan kurtulma hayalleri Irak’ı parçaladı. Bugün de Esat’tan kurtulma hayalleri Suriye’yi tahrip etmektedir. Her iki olayın da Türkiye’ye verdiği zarar ortadadır. Bölgedeki devlet yapılarının parçalanması, emperyalizme müdahale alanını yaratmaktadır. Bundan İran gibi Türkiye’nin de nasibini almayacağını kimse iddia edemez. Bölge devletlerinin sınırları korunmalı, rejimlerine de karışılmamalıdır. Türkiye Esat rejimine vereceği dersi 1998’de Öcalan’ı buradan çıkmaya zorlayarak ve savaşmadan bunu başararak ulaşmıştır. Komşu devlet yapılarının yıkılması, Türkiye’ye değil emperyalizme hizmet etmektedir. 1990’lı yıllardaki hata tekrarlanmamalıdır.