İzmir ve çevresi denildiğinde akla ilk gelen hep Çeşme ve Alaçatı’dır. Türkiye’nin en büyük yarımadası olan Karaburun ise hep teğet geçilir. Oysa ki binlerce yıllık geçmişi ve muhteşem doğasıyla, ziyaretçilerine bir köşede sessizce güzelliğin binbir rengini sunar.

 

Açıkçası İzmir Körfezi girişinde kilit nokta görevi gören Karaburun Yarımadası'nı boydan boya gezmek İzmirlilerin aklına bile gelmez. Sebebi bilinmez. Belki kıvrıla kıvrıla ilerleyen daracık yollarının zorluğundan belki de çok daha popüler tatil beldelerinin tercih edilmesinden. Ancak tarihi, bakir koyları ve ıssız doğasıyla gideni şaşkına uğratan güzelliklere sahiptir. Yarımadayı boydan boya turlayan ben ve arkadaşlarım bu güzelliğe şahit olan şanslılardanız. Geçmişi M.Ö. 4. yüzyıla dayanan yarımadada, tarih boyunca birçok kez savaşlarla el değiştirmiş. Hititliler, Yunanlılar, Persliler, Romalılar, Bizanslıların hüküm sürdüğü Karaburun Yarımadası, 1086 yılında Çaka Bey sayesinde Türklerin kontrolüne geçmiş. Ancak bir süre sonra yeniden Bizanslılar ele geçirmiş. Yıldırım Beyazıt sayesinde de bir kez daha Anadolu topraklarına katılmış. 1. Dünya Savaşı sonrası Yunanlılar tarafından işgal edilen Karaburun Yarımadası, 17 Eylül 1922'de işgalden kurtarılarak Türk topraklarına katılmış. Ege sıcaklarının henüz tam anlamıyla bastırmadığı bir bahar sabahı yarımadayı keşfetmek üzere İzmir'den ayrılıyor ve kahvaltımızı yarımadanın başlangıcı sayılabilecek Balıklıova'daki köy kahvesinde yapıyoruz. Kahvaltının ardından Mordoğan'a doğru ilerliyoruz. Mordoğan bugün ağırlıklı olarak İzmirli yazlıkçıları ağırlıyor.

Büyük şehirden kaçıp küçük bir Ege kasabasına yerleşmek isteyenlerin de son yıllardaki kaçış noktalarından biri burası. Tipik bir Ege kasabası olan Mordoğan'daki eski yaşamı tanımak için Müyesser Aktaş Tarih ve Etnografya Müzesi'ni ziyaret etmek gerek. Biz de öyle yapıyoruz. Eski Mordoğan Köyü İlkokulu, oranın yerlisi olan ev kadını Müyesser Aktaş'ın 20 yılda topladığı eşyalarla müze haline getirilmiş. Altı sene önce açılan müzede köylülerden toplanan tarım araçları, günlük ev ve mutfak eşyaları, çeyizler, kıyafetler gibi o dönemi anlatan yüzlerce parça bulunuyor. Bahçesi de vakit geçirmek için çok keyifli olan müzeye gittiğinizde kurucusu Müzeyyen Hanım tarafından karşılanıyorsunuz. Rotamızın bir sonraki noktası Narcissus Pınarı. Mitolojiye göre kendisine aşık olan kızları hor gören yakışıklı Narcissus'un cezalandırıldığı yer burası. Sürekli kızları üzen Narcissus bir gün çok susar ve bir pınardan su içer. Su birikintisinde yüzünün yansımasını görünce kendine aşık olur, gözü artık başka hiçbir şey görmez. Ve Narcissus o pınarda kendi yüzüne bakarak hayatını kaybeder. Tam da öldüğü yerde nergis çiçeği biter. Bugün gittiğinizde nergis çiçeklerine rastlamanız pek mümkün değil. Aslında ıssız bir yerde küçücük bir pınar burası. Ancak kişinin kendine hayran olması anlamına gelen 'narsisizm' kelimesinin kökenini oluşturan Narcissus Dilek Pınarı, Karaburun'a gidenlerin mutlaka ziyaret ettiği bir nokta.

YAPAYALNIZ SAZAK KÖYÜ

Karaburun Yarımadası mübadele öncesi birçok Rum ailenin yuvasıydı. Ancak mübadele sonrası Rumların tümü köylerini terk etmek zorunda kaldığından yarımada bugün ıssız Rum köyleriyle dolu. Bunlardan en büyüğü olan Sazak'ta mola veriyoruz. Bugün rüzgar türbinleriyle dolu çorak dağın yamaçlarına kurulan Sazak Köyü uzaklardan Ege Denizi'ni ve Sakız Adası'nı seyrediyor. Bir zamanlar üzüm ve zeytin yetiştirilen verimli topraklar, bugün yıkık taş evleriyle tam bir hayalet köye dönüşmüş. Balıkçılık ve ticaretin yapıldığı kıyıdaki iskelesi ise tarihe karışmış. Arabayı yol kenarında bıraktıktan sonra kısa bir yürüyüşle Sazak Köyü'ne ulaşıyor ve artık her yerini otların bürüdüğü yaklaşık 50 hanenin arasında dolaşıyoruz. Köydeki şapel hala ayakta duruyor. Sarnıçlarıyla, ocaklarıyla yalnızlığına terk edilen taş evler bir zamanlar tanıklık ettikleri hayattan çoktan vazgeçmiş. Yapayalnızlığının verdiği hüzün bizleri de sarmalayıveriyor. Sazak'tan ayrıldıktan sonra virajlı dağ yollarından kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Bir yandan da güneş batmaya başlıyor. Muhteşem Ege Denizi manzarası eşliğinde son durağımız olan Sarpıncık Feneri'ne varıyoruz. Zor yolu sebebiyle birçok insanın gitmeyi tercih etmediği ancak ulaşıldığında muhteşem bir manzaranın karşıladığı Sarpıncık Feneri, İzmir Körfezi'ne gelen gemileri karşılamakla görevli. Yamaçtaki kıvrımlı yoldan yürüyerek 1938 yılında yapıldığı belirtilen fenere ulaşıyoruz. Güneş, bakır rengine kavuştup ufukta yok olurken deniz gümüşe dönüyor, tek tük gelen ziyaretçilerle birlikte Ege'de bir günün daha bitişine şahit oluyoruz. Son olarak önemli bir not: Eğer siz de arabanıza atlayıp yarımadayı gezmek isterseniz benzin deponuzu tamamen doldurun. Yoksa siz de bizim gibi, bir tane bile benzin istasyonunun bulunmadığı yollarda kalabilirsiniz.

TURKUVAZ KOYLAR

Kayalık yapısı nedeniyle komşusu Urla'ya göre daha farklı bir deniz yapısına sahip Karaburun'un koyları, çok daha berrak ve turkuvaz rengi sulara sahip. En popüler koylarından biri Dolungaz. Koyda küçük bir kamp alanı ve derme çatma bir restorankafe bulunuyor. Kösedere köyü kıyısında bulunan Boyabağı Koyu da çevresindeki zeytin ağaçlarıyla bölgenin en güzel koylarından. Yalnız onlar mı? Falezleriyle Ayıbalığı Koyu, Bodrum Koyu, Kuyucak, İncirli Koy, Badembükü, Kumbükü, Dikencik, Kocadere koylarında denizin tadını çıkarabilir, etrafında yürüyüş yaparak doğanın tadını çıkarabilirsiniz. (Şule Kaya/SABAH)