Andımız’ın yeniden okunmasına ilişkin Danıştay kararı, Türklük konusunu ve bu konudaki tartışmaları tekrar gündeme getirdi. Türk dediğimiz zaman diğer etnik kimliklere haksızlık yaptığımız tezi hararetle dillendiriliyor. Türk sadece bir etnik kimlik midir? Yoksa ondan öte bir şey midir? 

Günlük hayatta o kadar rahat ve kolayca Türk-Kürt-Çerkez diye sayıyoruz ki... Bunları birer alt kimlik olarak sayarken Türk kimliği ile eşitliyoruz yanlış bir şekilde. Türk’ü bir etnik kimlik olarak görürsek elbette bunu yapmak mümkün ama bir de üst kimlik dediğimiz bir kavram var. Bizim üst kimliğimiz ne? Türk mü? Türkiyeli mi? Müslüman mı? Ya da başka bir şey mi? 

Tanzimat sonrasında yeni şekillenen toplumsal yapıyla beraber Birinci Meşrutiyet’te anayasal düzenleme çerçevesinde bütün tebaa, “Osmanlı” olarak tanımlandı. Bu tanım yapaydı. Çünkü halkın değil, hanedanın adıydı. Hiçbir zaman Osmanlı diye bir halk olmadı. Nasıl Selçuklu diye bir halk olmadıysa… 

19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren padişah-halifenin mülkünün vatana, tebaanın millete dönüşmesi süreci başladı. Ancak, Osmanlı tebaasından birçok millet çıktı. En son çıkan da Türk milletiydi. İkinci Meşrutiyet’le hız kazanan Türk milliyetçiliği fikri hem Milli Mücadele’nin ve hem de Cumhuriyetin temellerini attı. 

Cumhuriyetin kurucu babalarının son derece özgürlükçü bir ortamda hazırlattıkları 1924 Anayasası Türk milletini şöyle tanımlamaktadır:

Madde 88- Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir.

Türkiye’de veya Türkiye dışında bir Türk babadan gelen yahut Türkiye’de yerleşmiş bir yabancı babadan Türkiye’de dünyaya gelipte memleket içinde oturan ve erginlik yaşına vardığında resmi olarak Türk vatandaşlığını isteyen yahut Vatandaşlık Kanunu gereğince Türklüğe kabul olunan herkes Türktür.

Türklük sıfatının kaybı kanunda yazılı hallerde olur.

1924 Anayasasındaki tanım, milleti oluşturan unsunlar arasında din ve ırkı reddetmektedir; vatandaşlık bağı ile ülkeye bağlı herkesi Türk kabul etmektedir. Üstelik 1924 Anayasası tartışmaları sırasında Türk yerine Türkiyeli demek de önerilmiş, ancak kabul edilmemişti. Anayasa’da yapılan Türk tanımı birleştirici bir üst kimlik tanımıdır. Bir etnisite içermemektedir. Sonraki yıllarda Atatürk’ün yaptığı tanımlamalar da bu yöndedir. Atatürk’ün Nutuk kadar önemli olan bir başka eseri de Medeni Bilgiler’dir (1931). Burada Atatürk’ün yaptığı iki millet tanımı dikkat çekicidir: 

 “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” (1925).

“Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasi ve sosyal bir toplumdur” (1930).

Yine Atatürk’ün yaptığı üçüncü tanımı da belirtmek isterim:

 “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın (burada milletin anlamında!) evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır” (1932). 

Bugün gelinen noktada Cumhuriyetin kurucu kadrosunun birleştirici, kapsayıcı ve özümleyici/entegre edici milliyetçilik anlayışının gerisine düşmemek gerekir. Birleştirici üst kimliğin ulusal bir üst kimlik olması gerekir. Bu kimlik Türk üst kimliğidir. Bunun yerine dinsel bir kimlik inşa etmeye çabalamak Türkiye’yi geriye götürmek ve içinden çıkılmaz sorunlar ortamına sürüklemek olacaktır. 

Eğer Andımızda geçen Türk kavramı rahatsız ediyorsa Anayasa’da geçen Türk kimliği de rahatsız ediyor olsa gerektir. 1924 Anayasa tartışmaları sırasında Türkiyeli adı altında önerilen yapay tanım reddedilmişti. Bugün aynı yapay kimliği temcit pilavı gibi ortaya sunmanın bir alemi yoktur. Ayrıca Müslüman üst kimliği tanımlamak da hem çağdaş dünya değerleriyle ve hem de laik demokratik toplum yapısıyla örtüşmemektedir. 

Nasıl ki Fransız, Alman diyorsak Türk demekten de çekinmemeliyiz. Oradaki alt kimlikleri üst kimliğin yerine ikame etmiyoruz. Fransız kimliğini Korsikalı’nın karşılığı olarak kullanmıyoruz. Parisli, Lyonlu, Strasburglu demiyoruz. Oysa Türkiye’de hem siyasetçiler ve hem de akademisyenler çok rahatlıkla Türk üst kimliğini herhangi bir alt kimlikle aynı seviyeye indirgeyebilmektedirler. Belki bunu farkında olmadan ve bilinçsizce yapmaktadırlar. Ancak yine de bunun ülkeye zarar verici olduğunu görmek ve farkına varmak gerekmektedir. Türk, bir alt kimlik olduğu kadar bir üst kimliktir de. Buradaki karışıklığın birkaç nedeni bulunmaktadır. Birincisi Anadolu’nun coğrafi konumunun etnik çeşitliliği arttırması ve bu toprakların imparatorluk bakiyesi yapısıdır. İkincisi ise dağılan son tarım imparatorluğu olan Osmanlı’dan miras olarak kurulan Cumhuriyetin geç modernleşme sürecini yaşamak zorunda kalmasındandır. Geç modernleşen toplumlar üst kimlik inşa etmekte zorlanmaktadırlar. Örneğin Fransa’nın Bask bölgesinde “Bask sorunu” yok iken, İspanya’nın Bask bölgesinde “Bask sorunu” bulunmaktadır. Mesele modernleşme sürecinin neresinde olduğunuzdur… Bu, alt kimlikleri yok saymak demek değildir, asimilasyon demek değildir; entegrasyon meselesidir. 

Alt kimlikleri bir üst kimlikte birleştiremeyen toplumların Ortadoğu’daki hali ortadadır. Ya Batılı toplumlar gibi demokratik ve laik bir toplum modeliyle, hukuk devleti ilkesi çerçevesinde modernleşerek bir refah toplumu inşa edeceğiz ve bu sayede Cumhuriyetin kurucu babalarının mirasını tamamlayacağız ya da huzursuz, sorunlu bir toplum olarak yaşam mücadelesi vereceğiz. Karar bizimdir.