İsmet İnönü, Atatürk ile birlikte Kurtuluş Savaşı’nı yürüten A Takımının (Atatürk, İnönü, Çakmak, Karabekir, Orbay, Cebesoy ve Bele) Atatürk’ten sonra gelen en önemli ismi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kurtuluş Savaşı’nın mimarı olan bu kadro içerisinde herhalde Atatürk’ün yanında yer alan ve en çok katkı sağlayan iki isim İnönü ve Çakmak’tır.

Atatürk ile lider kadroda yer alan diğer isimlerin arasındaki ayrımın kökleri Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar gitmekle beraber, temel ayrılık noktası kurtuluştan sonra ülkeyi kimin yöneteceği ve nasıl bir rejimle yönetileceğimiz/gerçekleştirilecek olan devrimlerdi. Bu noktada zaferin kazanılmasının en mimarı olan Atatürk’ün rakipsiz hale gelmesiyle birlikte yanına kimleri alacağı meselesi temel sorunların başında gelmekteydi. Yürütülen savaş sırasında en büyük destekçisi olan İnönü ve Çakmak’tan yana Atatürk tercihini kullandı. Kurtuluş mücadelesi sırasında en büyük destekçileri olanlar, kuruluş sırasında da en büyük destekçileri oldular.

Atatürk’ün Batı Cephesi komutanı İnönü’yü Mudanya’ya göndermesi ve oradaki başarısının ardından Lozan heyetinin başına geçirmesi bir tercihin sonucuydu. İnönü, savaş meydanlarından ayağındaki çizmeleriyle Mudanya’ya ve Lozan’a gitmişti. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı’nın yenik Osmanlı komutanları değil, Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer komutanı İnönü, Batılı büyük devletlerin karşısına çıkarıldı. Mağlup değil, galip Türk milletini temsil ediyordu.

Lozan dönüşünde Dışişleri Bakanlığından Başbakanlığa geçti. Cumhuriyetin ilk başbakanı oldu. Rauf Bey’in yerine başbakan olduğunda aslında o koltuğun bir taliplisi daha vardı: Kazım Karabekir. Ancak Atatürk, şunun farkındaydı ki Karabekir’in başbakan olduğu bir siyasal sistemde devrimleri rahatlıkla yapamaz, başbakandan İnönü ölçüsünde destek göremezdi. Atatürk’e bir başka destek de Çakmak’ın denetimindeki ordudan geldi. Dolayısıyla Atatürk, yürütme organını İnönü’ye teslim ederek, orduyu da Çakmak’a emanet ederek devrimleri gerçekleştirmede çok daha rahat hareket edebildi.

1923-1937 yılları arasında 14 yıl başbakanlık yapan İnönü, Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerinin kolaylaştırıcısı ve destekçisi oldu. Sonraki yıllarda da hem Cumhuriyetin ve hem de devrimlerin koruyucusu olmaya devam etti. 1938’de Atatürk’ün vefatının ardından cumhurbaşkanı olan İnönü, ülkeyi İkinci Dünya Savaşı belasından uzak tuttu. Bu, Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkarılan en önemli dersti. Atatürk’ün mirası olan yurtta barış ve dünyada barış politikasının da bir yansımasıydı. Dünyada barışın yanı sıra yurtta da barışı sağlamak, eski muhaliflerle barışmak Atatürk’ün İnönü’ye miras bıraktığı politikaydı. Atatürk, Bele ve Cebesoy ile barışmıştı; Karabekir ve Orbay ile barışmak İnönü’ye kalmıştı. İnönü kalan muhaliflerle barıştı. Böylece TpCF’yi kuran kadro ile barışılmış oldu. Türkiye’de devrim sürecinde paşalar kavga etmiş ama kanlı bir tasfiyeye uğramamışlardı. Bu noktada Türk Devrimi, Fransız ve Sovyet devrimlerinden ayrılmaktadır. Karabekir, 1948’de vefat ettiğinde CHP’den Meclis başkanıydı. Bu da İnönü’nün eseriydi.

1945’te çok partili hayata geçmek de Cumhuriyet devriminin, Demokrasi devrimiyle tamamlanmasıydı ve bu son büyük devrim de Atatürk’ün vasiyeti idi. Hiç şüphesiz 1950’de seçimle iktidarın demokratik yollardan devri, İnönü’nün eseridir. 1877’den 73 yıl sonra 1950 seçimle iktidarı değiştirmek, Türkiye’de rejimin kurumsallaşmasını sağlamak ve bunu İnönü’nün sağlığında gerçekleştirmek İnönü’nün hayaliydi. 1950’den 73 yıl sonra, 2023’de hala seçimle iktidarı değiştirmeyi gelenekleştirmediysek, İnönü’nün mirasına yeterince sahip çıkamamışız demektir. Yine 1950’de YSK’yı kuran ve demokratik, dürüst bir seçimin önünü açan İnönü’ydü.

1945-1950 yılları arasında DP ile CHP arasında hakemlik yapmış, partili kimliğine rağmen tarafsız bir devlet başkanlığının ilk işaretlerini vermişti. Aslında benzer bir çabayı Atatürk de 1930’da SCF ile CHP arasında göstermişti. Onların partili cumhurbaşkanlığı, gücünü parlamentodan almak ve devrimleri yapabilmek için bir zorunluluktu. 1950 sonrasında Bayar, partili kimliğinden vazgeçmediği gibi, tarafsız bir cumhurbaşkanı olamayarak 27 Mayıs’ın en önemli nedenlerinden biri oldu.

İnönü, 1950-1960 yılları arasında bir muhalefet partisi lideriydi. Bundan hiç de gocunmadı. Milli Mücadele ve Lozan kahramanı, İkinci Adam, Milli Şef ve İkinci Cumhurbaşkanı kimliklerini bir kenara bırakarak ana muhalefet partisi liderliğini üstlendi. Onun için önemli olan iktidarda olmak değil itibarda olmaktı. Muhalefet yıllarında hem demokrasinin bekçiliğini yaptı hem de partisinin dağılmasını önledi. Hatta DP’nin otoriterleşmesi karşısında partisinin yeniden toparlanmasının öncülüğünü yaptı. Ülke değişirken partisini de değiştirebildi. DP’nin bütün baskılarına direnerek mücadelesini sürdürdü. 27 Mayıs sonrasında Menderes’lerin idamına karşı çıktığı gibi 12 Mart’ta Deniz Gezmiş’lerin de idamına karşı çıktı. O’nun açısından mesele ilkeseldi.

1961’de Türkiye’nin ilk koalisyon hükümetlerinin başbakanlığını yaptı. CHP ile DP mirasının devamcısı olan partilerle bir koalisyon hükümeti yürütmenin tüm zorluklarına tahammül etti. 80 yaşlarında iken Talat Aydemir’in 1962 ve 1963’teki iki darbe girişimini önledi. Türkiye’de askeri darbeleri önleyen ilk isim oldu. Ordunun tekrar kışlaya dönmesi için büyük çaba harcadı.

1965’te partisini ortanın soluna taşıdı. Dolayısıyla Türkiye’de sol İnönü gibi tarihi ve karizmatik bir lider sayesinde meşruiyet kazandı. 1945’te Stalin’e karşı durabildiği gibi 1964’te Johnson mektubuna da direnç gösterdi.

Yakın dönem Türkiye tarihi İnönü olmadan yazılamaz ve anlatılamaz. İnönü, 1972’de Ecevit’e yenildiğinde aslında yenildiği yaşlılığı idi.

Atatürk cumhuriyetin kurucusu, İnönü ise cumhuriyetin koruyucusu idi. Vefatının 49. Yıldönümünde saygı ve sevgiyle anıyorum.