Bir hafta kadar önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bak Bay Kemal; yakında ikinci nükleer enerji santrali geliyor. Sizin hayatınızda sadece mum vardı mum, gaz lambası var. Biz ise bunu bu hale getirdik” dedi. Güncel ve siyasal tartışmayı bir kenara bırakacak olursak mum’a mahkum olmak, elektrik olmaması CHP’nin ya da Cumhuriyet’in eseri değildi; Osmanlı’dan devralınan mirastı.

Cumhuriyetin Osmanlı Devleti’nden devraldığı sosyal ve ekonomik miras sorunlar yumağı niteliğindeydi: “… Türk köylerinin % 80’i sağlığa uygun olmayan çevrelerde kurulmuştu. Halkın % 14’ü sıtmalıydı. Frengi yaklaşık % 9 oranında yaygındı. Köylülerin % 72’si bitli olup her an tifüse yakalanabilecek durumdaydılar. Sağlığa uygun tuvalet vb. kolaylıklar % 97 evde söz konusu değildi. Ve bu koşullara sahip halkın % 7’si okur-yazardı.

İstanbul, İzmir, Beyrut gibi birkaç kentin dışında durum köylerden çok farklı değildi. Yüksek Bürokratik kademe, dışa bağlı tüccarlar dışında halk yani esnaf (zanaatkârı da içermektedir bu terim) ve küçük memurlar her gün artan geçim sıkıntısı içersinde yoksullaşmaktaydı. Şehirlerin hemen büyük çoğunluğu batı anlamında kentsel fonksiyonlara sahip değillerdi. Su, elektrik ve havagazı gibi kolaylıkların” birkaç büyük kente girdiği tarihler de 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başına rastlamaktaydı. Nitekim İzmir’de bu konudaki tarihler şöyle idi:

Su      Elektrik  Havagazı  Tramvay

1893    1905        1862         1885

İzmir, 20. yüzyılın başında ülke ortalamasına göre sosyal ve ekonomik bakımdan gelişmiş bir liman kentiydi. Kentin bu konumunda zengin hinterlandı ve kozmopolit yapısı önemli bir etkiye sahipti. İzmir’de elektrik, su, havagazı ve tramvay gibi imkanların sadece kent merkezi için geçerli olduğunun altını çizmek gerekir.

1923 yılında Türkiye’deki 421 belediyenin sadece 4’ünde elektrik tesisatı vardı. 1938 yılında ise bu sayı 150’ye ulaşmıştı (belediye sayısı ise 537 idi). Anadolu’nun pek çok yerinde elektrik temel bir ihtiyaçtı ve düzenli olarak elektrik temini pek de mümkün değildi. Bu şehirlerinden biri de Denizli idi. Şehre elektrik Cumhuriyetin ilk yıllarında gelmiş ama daimi ve kalıcı olamamıştı. O dönemde elektrik ülke genelinde değil yerel bazda üretilmekteydi.

1930’lu ve 1940’lı yıllarda Denizli basınına en çok yansıyan konulardan biri de, Denizli’nin elektrik ihtiyacı idi. Çünkü, mevcut elektrik Denizli için yeterli değildi. Nitekim yerel gazeteci Gıyasi Şarman 1936 yılında bu konuda şunları yazmıştı:

“… tenvirat yönünden her gün bu kadar bol vesaite rağmen çok geri kalan ve her gün her saat halkı yanıklandıran memleket varsa, o da Denizli’dir. Denizli’nin elektrik tesisi her yerden evveldir. Bununla beraber tenviratta, sönüklükte her yerden üstündür. (…) Tenvirattaki intizamsızlık, kuvvetsizlik bir çok sebeblere istinad eyliyor. Bir kere tahammülün fevkinde kuvvet dağılmıştır. Santralde idare tam manasıyla bu işten anlayan ve takdir eden kimseler elinde değildir. Bugünkü tahsisat ile de bunlardan daha iyisini bulmak kabil değildir. Haftanın iki üç gününde beklenmeyen saatlerde birdenbire cereyan kesilir. Her yer ve her ev karanlık içinde kalır. Bu hal bir gecede belki defaatle tekrar eder. Misafiriniz var, sofradasınız. Elektriğe güvenerek gaz da alamamışsınız. Cereyan kesilir, ne yapacağınızı şaşırırsınız. Etrafa dikkat edersiniz, diğer hususi santrallerin cereyanı var. Bu arıza yalnız belediye santralinde, cereyan bulunduğu günlerde de kuvvet yok. Çok defa mutlaka gaz yakmaya mecbursunuz”.

Denizli’de yayınlanan Akdeniz gazetesinde A.R.S. imzasıyla çıkan yazılarda konu günlerce gündeme getirilmişti. Bu yazılarda elektrik tesisatı kurma sorununun 15 yıllık (1925-1940) macerası anlatılmakta ve mevcut durum değerlendirilmektedir. Yazılardan ilki şöyledir:

“Onbeş sene evvel yapılmağa teşebbüs edilen Denizli elektrik tesisatı zaman zaman müşkilatlarla karşılaşmış ve bugün de bir çıkmaza girmiş gibi görünmektedir.

Denizlinin elektrik işi hakikaten bir dert olmuştur. En başta gelen bu ihtiyacımızın başarılmaması sebeplerini tetkik edebilmek için tarihçesini gözden geçirmek faideli olacaktır.

1925 senesinde yani tahminen on beş sene evvel on kişiden mürekkep Mustafalar şirketi imtiyazı üzerine almış tekmil Türkiye’de ancak iki üç elektrik mühendisinin bulunduğu bir devirde bin müşkilatla planlarını yaptırmağa muvaffak olmuş (250) bin lira ile meydana gelebilecek olan bu tesisat için Belediyenin 75 ve idarei hususiyenin 30 bin lira ile iştiraki temin edilmiş bakiye sermayenin bulunmasını da Mustafalar şirketi taahhüt ve tekeffül etmiş idi.

1927 ve 1928 seneleri zarfında bu merhalede bulunan elektrik işi artık fiiliyata inkılap edebilecekti. 1928 senesi yaz mevsiminde müteahhide ihale olunacağı bir sıra da birdenbire husule gelen bir başka ceryan 12 asıl ve 24 yedek azası bulunan Belediye meclisini istifaya sevk etmiş ve bu hayırlı işin başarılması geriye bırakılmıştır. O ceryan şu idi:

250 bin lira büyük paradır. Bu parayı bulmak müşküldür. Belediyenin akarları satılarak 75 bin lira temin edilebilir ise de daha fazlasını toplayabilmek zordur.

Binaenaleyh daha az para ile yapılabilecek küçük mikyasta bir işe başlamak muvafık olur kanaatini besleyenler galebe çalmışlardı.

Filhakika yeniden yapılan intihap sonucunda mevkie geçen Belediye erkanı bu fikir ve kanaat üzerinde hayli uğraştılar. Mütehassıs celp ettiler. Şehir dahilindeki değirmenlerden büyük bir kuvvet elde edilemeyeceği, motorla elde edilen elektriğin suya tercih edilemeyeceği ikinci defa anlaşıldı.

1930 senesi ortalarına doğru yine eski büyük projeye dönüldü. Fakat aradan iki sene gibi mühim bir zaman gaip oldu. O senenin Eylülünde yapılan Belediye intihabında iş başında bulunanlar yine değişti. Bir aralık Marelli şirketi imtiyazı devir almak istedi ise de bu husustaki evrak uzun tetkike tabi tutuldu. Bir müddet sonra bu şirket te vazgeçti.

Daha sonra İktisat Bankası imtiyazı üzerine almak istedi. Belediye ile anlaştı. Eski imtiyaz feshedildi. Belediye yeni imtiyaz aldı. İmtiyazı İktisat Bankası’na devretti.

Banka yeni projeler yaptırdı. İşi müteahhide ihale etmek üzere gazetelerle ilan etti. Tam bu sırada Belediye ile bankanın arası açıldı. Bidayette elektriğin sudan istihsaline taraftar olan belediye, lokomobil ile yapılmasının muvafık olacağını ileri sürdü. Bu ihtilaf Devlet Şurası’na kadar aksetti. Şura’nın verdiği karardan cesaret alan belediye 80 bin lira sarfiyle ve lokomobille ceryan istihsalini kararlaştırdı. Ve Belediyeler Bankası’ndan istikraz edeceği paralarla kendi hesabına işe başlamağı düşündü fakat bankadan da istikraz edilemediği için bu teşebbüs te geri kaldı. Memleketi karanlıkta bırakmamak maksadiyle getirilen çok eski bir motorun çok geçmeden infilakiyle dert yine tazelendi.

İki sene evvel ceryan eden bu hadise ile beraber belediye heyeti de değiştiği cihetle fikir cereyanları de değişti.

Projeler baştanbaşa tetkik olundu. Sudan elektrik istihsali her cihetle üstün görüldü.

Gökpınar suyu başında tesisatın yapılmasına mütedair olan on beş sene evvelki ilk projenin tekrar tatbiki kararlaştırıldı.

Para temin edildi. 1939 senesi Haziranda müteahhide ihale edildi. Ve işe başlandı.

Yine bir talihsizlik yine bir aksilik zuhur etti. Eylülde harp başladı. Gerçi bu güne kadar bir kısım inşaat yapılmış ve malzemenin bir kısmı İzmir gümrüğüne gelmiş ise de alet ve edevatın çok mühim bazı aksamı gelmediği için işin geriye kalması muhtemeldir.

Buraya kadar tarihçesini yazdığımız elektrik işi hakkında bundan sonra ne yolda hareket edilmesi lazım geleceğini yarınki sayımızda izah etmeğe gayret edeceğim”.

A.R.S. bir sonraki yazısında (1940) İkinci Dünya Savaşı yılları içinde olunmasının getirdiği olumsuzluklara değinmektedir:

“Bir işin başarılabilmesi için en birinci kuvvet paradır. Para mevcut olduktan sonra diğer müşküller behemehal yıkılır ve işte yapılır. Belediyemizin elektrik tesisatını yapmak için para bankada hazırdır.

İşte bu kuvvete güvenerek belediyemiz 15 ay evvel işi müteahhitlere ihale etmiştir. Müteahhitlere ihale olunan iş iki kısımdan ibarettir. Birincisi su ve yapı kısmı, ikincisi makine, tel, direk ve saire kısmıdır.

Birincisi 41 bin ikincisi de 115 bin küsur liraya ihale edilmiştir. Her iki müteahhide aşağı yukarı bir seneye yakın mühlet verilmiştir. Haber aldığıma göre yapı kısmı müteahhidi 18 bin liralık iş yapmış ve asker olduğundan bahsile geri kalan kısmı yapamayacağını bildirmiştir. Belediyede müteahhidin taahhüdünü ifa etmeyeceğini ve edemeyeceğini anladığı için ihaleyi fesh etmiş ve yine müteahhit hesabına tekrar münakasaya koymuştur. Birkaç güne kadar ikinci ihalenin yapılması kararlaştırılmıştır.

Bu kısım için endişeyi mucip bir hal yoktur. Bu iş dahilde mevcut malzeme ile ve iş adamlarımızla yapılabilir.

Asıl ehemmiyetli olan ikinci büyük kısma gelince: müteahhit dürbin ve tazyikli boru gibi bir kısım malzemeyi Macaristan’da Ganz fabrikasına ısmarlamış idi. Bunların İzmir gümrüğüne geldikleri haber alınmıştır.

Diğer malzeme Almanya’ya sipariş olunduğundan harp dolayısıyla bunların gelmesine imkân kalmamıştır. Müteahhit mukavelenin feshini istiyor. Belediye feshe taraftar olmuyor. Gümrüğe gelen malları alalım geri kalan için biraz daha müddet verelim diyor.

Fakat müteahhit buna yanaşmıyor ve yanaşmak ihtimali de yoktur. Çünkü Almanya’ya sipariş verilen bu malzeme gerçi diğer memleketlerde mesela İngiltere’de Amerika’da mevcuttur ama pahalıdır. Müteahhit bu memleketlerden iki misli fiyatla bunları getirtmek istemez. Belediyemiz de ihale olunan 115 bin liradan fazla para vermek arzusunda değildir. Şu halde iş ne olacaktır?

Belediyenin müteahhidi tazyik etmesi taahhüdünü yaptırması lazımdır diyeceksiniz fakat bugün için buna imkân yoktur. Harp dolayısıyla Fors major denilen fevkalade hal zuhur etmiştir. Alış veriş normal şeklinden çıkmış seyrüsefer zorlaşmış ve bazı mahallerde gayri mümkün bir hale gelmiştir. Bahusus fiyatlarda yükselmiştir.

Bu vaziyette Avrupa’nın yalnız bir köşesinde değil dünyanın her tarafından müşahede edilmektedir. Hükümetimiz bile müteahhitlerle olan işini bu sebepten dolayı fesh etmektedir. Hükümetin tatbik ettiği bu kaideyi belediye tatbik etmek mecburiyetinde değildir. İsterse mukaveleyi fesh eder isterse etmez. İşte belediye bu salahiyetine güvenerek müteahhidi tazyik ediyor ve mukaveleyi fesh etmiyor. Fakat bu anlaşamamazlık ne vakte kadar devam edecek, harp ne vakit bitecek, harp biterse hangi taraf galip gelecek, galip taraftan bizim istediğimiz malzemeyi müteahhit taahhüt ettiği fiyatla temin edebilecek mi?

Bu suallere kati cevap veremez isek de tahmini ve isabetli cevaplar bulabiliriz. Eski harpler insan ve kütle harbi idi. Bu günkü harpler makine harbidir. Makineler mütemadiyen demir bakır ve saire sarf ediyor.

Bahçelerin kapıları parmaklıkları sökülüp harp aleti yapıldığı bir devirde istok demir bulunmasına ihtimal verilemez. Bu ihtimali göz önünde tutarak para sarf etmeyelim mi?”

Yazara göre, sorun İkinci Dünya Savaşı sonrasına bırakılmamalı; müteahhit işi yapmaya zorlanmalı (bu arada İzmir gümrüğündeki malzemeler Denizli’ye getirilmelidir), yapmayacaksa ihale iptal edilerek yeni bir müteahhide verilmelidir. On beş yıldır iş başında bulunan “Belediye erkanına bu işi neden başaramadınız” diye sormak gerekir (1940).

Denizli’nin elektrikle ilgili şanssızlığı ve sorunları sonraki dönemde de devam etti. Ocak 1941 tarihinde belediyenin elektrik motoru binası ve yine belediyeye ait eski Zeybek Un Fabrikası yandı. Yangına karşı yeterli önlemlerin alınmadığının ortaya çıktığı gibi kıtlığı çekilen tenekelerce mazotun yok olması önemli bir kayıptı. Elektrik motor ve dinamosu kurtarılmakla beraber, Denizli uzun süre elektriksiz kalacaktı. Gökpınar’da bir elektrik santralinin açılması, Demokrat Parti iktidarı yıllarında olacaktır (1954).

Özetle ve sonuç olarak bugün yaşanan sorunların tarihsel arka planını görmek ama 2022 yılında İstanbul’da ya da Isparta’da yaşanan sorunların faturasını doğru yerlere kesmek gerektiği fikrindeyim.

Kaynak:

Hakkı UYAR, "Tek Parti Döneminde Denizli'de Siyasal Hayat", Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, Denizli, Eylül 2006, Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildiriler 6-7-8 Eylül 2006.

Hakkı UYAR, "İzmir'in Kent Kimliğinin Oluşumunda Göç Olgusu: Tarihsel Arka Plan",İzmir Felsefe Günleri 2012-2016, İzmir, Mayıs 2016.