Yaklaşık 2 yıldır “erken seçim olur mu?” tartışması yapılıyor. Bu konuda fikrimi soranlara erken seçim olmayacağını söyledim. Çünkü ekonomik kriz ortamında erken seçim olmaz. Olursa da iktidarın aleyhine olur. Nitekim 2002 erken seçimi bunun tipik örneğidir. DSP oyları % 22’den % 1’e gerilemiştir. İlginç olan dönemin diğer koalisyon ortaklarından MHP’de oy kaybı DSP ölçüsünde olmamıştır (yaklaşık % 18’den % 8’e). Bunda ideolojik kimlik, kurumsallaşma, dinsel-milliyetçi siyaset vb. unsurlar da etkili olmuş olsa gerektir. Önümüzdeki süreçte izlenen ekonomik politikalar (Merkez Bankası’nın faiz oranlarını ısrarla düşük tutmaya çalışması vd.) ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının yarattığı konjonktürel ortam (doğalgaz ve petrol fiyatlarının yükselişi, Rus ve Ukraynalı turistlerin gelmeyeceği ihtimali…) ekonomik krizden çıkmayı zorlaştırmaktadır. Neticede 2023 seçimlerine mevcut koşullarda gidilirse AK Parti’nin oy kaybedeceği açıktır. Ancak sanırım Ak Parti’de DSP ölçüsünde bir oy kaybı olmayacaktır. Dolayısıyla Ak Parti’de DSP’leşme eğilimi görülmeyecektir. Muhtemelen 2002’de MHP’nin kaybettiğinden de az oy kaybedecektir. Seçmen tercihinde ekonomik kriz kadar sanırım lider faktörü ve muhalefetin iktidara geliş sürecinde somut olarak ortaya koyacakları belirleyici olacaktır. Yine ilginç bir nokta 2002’de DSP oylarının yöneldiği bir CHP vardı. Bugün ise merkez sağdaki boşluğu İYİ Parti kısmen doldurmakla beraber Ak Parti’de bir çözülmeye yol açmış değil. Üstelik DEVA ve Gelecek partileri de Ak Parti’den ciddi bir oy koparabilmiş değiller ve koparabilecek gibi de görünmüyorlar. 

İşte bu ortamda seçim kanunu değişikliği gündeme geldi. Anlaşılan Cumhur İttifakı, muhalefet partilerinin milletvekili sayısını arttırmasını önlemeye ve birtakım avantajlar elde etmeye çalışıyor.    

TBMM Anayasa Komisyonu, Milletvekili Seçim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'ni görüşmek üzere geçtiğimiz Çarşamba günü toplandı. Teklif, komisyonda 17 saat süren görüşmelerin ardından AKP ve MHP'li milletvekillerinin oyları ile kabul edildi. Kanun tasarısının önümüzdeki hafta TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesi bekleniyor. Tasarıya göre seçimlerde % 10 olarak uygulanan ülke barajı % 7'ye indiriliyor. 

İktidar bloğunun kanun teklifine göre seçim ittifakı yapan partilerin aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak hesaplanacak. İttifakı oluşturan siyasi partilerin her birinin çıkaracağı milletvekili sayısı, her seçim bölgesinde ittifak içinde elde ettiği oy sayısına göre belirlenecek. Bu ittifak içerisinde seçim pusulasında partilerin kendi kimlikleriyle var olmalarını zorlaştıran bir durum. O nedenle de muhtemelen muhalefet partileri ittifak yapsalar bile kendi kimlikleriyle ittifak içerisinde yer alamayacaklar. Büyük partinin şemsiyesi altında seçime girecekler, pazarlıklar partiler arasında özel olarak yapılacak. MHP’nin barajı geçme ihtimalini garantiye almak için % 7 esası getirilirken SP, DEVA, Gelecek ve DP’nin baraja takılmalarına yol açma amacı gütmektedir ya da kendi kimlikleri olmadan CHP ya da İYİ Parti çatısı altında seçime girmeye zorlayacaktır. Üstelik muhalefet partileri arasında milletvekili pazarlıkları açısından tartışmaların çıkması da olası. Cumhur İttifakı ise muhalefet partilerine nazaran daha rahat. MHP de baraj sorununu çözmüş görünüyor. Oradaki tek sorun şimdilik BBP’nin durumu. Muhtemelen MHP çatışı altında seçimlere girmesi söz konusu olacak. Böylece hem BBP baraj sorunu çözülecek ve MHP’nin baraj altında kalma ihtimali minimize edilecek. Ancak evdeki hesabın çarşıya uymaması her zaman mümkün. 

Seçim Kanunu’nda değişikliğe ilişkin tasarıda cumhurbaşkanının seçim yasaklarından muaf tutulması amaçlanıyor. Oysa bu seçimlerin “eşit” koşullarda yapılmasına zarar verecek bir durum. Demokrasilerde yarışın eşit koşullarda yapılmasının temel kurallardan biri olduğu unutulmamalı. Ancak bu pek dikkate alınacak gibi görünmüyor. İl ve ilçe seçim kurullarında en kıdemli hakim yerine birinci derecedeki hakimler arasında kura çekilmesi esasının getirilmesi de benzer bir sıkıntıyı yaratacak gibi görünüyor. 

Planlanan değişiklikler, bana 1957 seçimleri öncesinde yapılan değişiklikleri hatırlatıyor.Mayıs 1958’de yapılacak olan genel seçimleri DP, 27 Ekim 1957 tarihinde yaptı. Seçimlerden 45-50 gün kadar önce, 11 Eylül 1957 tarihinde seçim kanununda değişiklikler yapıldı. Temel amaç muhalefetin seçimlerde ittifak yapmasını engellemekti. İktidar seçimleri erkene alarak oy kaybını azaltmak ve muhalefetin işbirliği önleyerek oy kaybını telafi etmek istiyordu. 

Muhalefet partilerinin (CHP, Hürriyet Partisi ve Cumhuriyetçi Millet Partisi) imkansız hale getiren seçim kanunu değişikliğinde yer alan başlıklar şunlardı: 

-Seçime katılan partiler, örgütlendikleri il ve ilçelerde seçime katılmak ve o seçim bölgesinin seçeceği milletvekili sayısı kadar aday göstermek zorundaydı. 
-Parti partiye adaylık için başvuranlar, hiçbir seçim bölgesinde bağımsız aday olamayacaklardı ya da başka bir parti tarafından aday gösterilemeyeceklerdi. 
-Seçim tarihinden 6 ay önce bağlı bulundukları siyasal partiden ayrılmayanlar, başka bir parti tarafından aday gösterilemeyecekti. Kanun değişikliğinin 2 aydan az bir zaman kala yapıldığını tekrar hatırlatmakta fayda var. O dönemde seçim kanununu değişikliğinin seçimlerden en az bir yıl önce yapılması zorunluluğu yoktu. Günümüzde seçimlerden 1 yıldan az bir süre önce yapılan değişiklik ancak bir sonraki seçimde uygulanabilmektedir. 
-Bir siyasal partiye üye olan kişi bir başka parti tarafından aday gösterilemeyecekti. 
-Seçime katılan partiler tarafından gösterilen adaylardan ve bağımsız adaylardan oluşturulan ya da sadece bağımsız adaylardan oluşturulan basılı ya da elle oluşturulmuş listelerden oluşturulan oy pusulaları geçersiz sayılacaktı. 1950 seçimlerinde yapılan kanuni düzenleme seçmene karma liste yapma imkanı sağlıyordu. O dönemde uygulanan sistem, liste usulü çoğunluk sistemiydi. Ortak oy pusulası yoktu. Partilerin kendi listesi sandığa atılıyordu ve seçmen isterse bu listede değişiklik yapabiliyordu; bağımsızlardan ya da diğer partilerden listeye isim yazabiliyordu. Elbette ki yazdığı isim sayısı kadar asıl listeden isim silmek kaydıyla… 

1957 seçimleri, muhalefetin baskı altında alındığı ve işbirliğinin önlendiği bir seçim olarak demokrasi tarihindeki yerini aldı. 1946 seçimleri ölçüsünde olmasa da bazı seçim usulsüzlükleri de yaşandı. Seçim sonucunda DP’nin oyları ilk kez % 50’nin altına gerilerken, iktidar ile muhalefet arasındaki oy farkı kapandı. DP seçimleri ancak muhalefetin işbirliğini önleyerek kazanabildi. 

Türkiye, 1877 yılından beri seçim yapmaktadır. Tarihinde ilk kez seçimle iktidarı 1950 yılında değiştirebildi. O seçim sistemi dürüst seçimi sağlamıştı ama temsilde adaleti sağlamamıştı. Bir seçimden beklenen iki şey vardır. Birincisi dürüstlük ve ikincisi temsilde adalet. Ancak onlardan önce yapılması gereken seçimlerin eşit koşullarda yapılmasıdır. Türkiye bunu 1950’de büyük ölçüde YSK’nın kurulmasıyla sağladı. Bunun gerisine düşmemek gerekir. Ayrıca Türkiye’nin yapması gereken şeylerin başında seçimle iktidar değişikliğini gelenekleştirmesi ve olağanlaştırmasıdır. 

Kaynak: 
Erol Tuncer, 1957 Seçimleri, TESAV Yay., Ankara, 2012.