Yapışkan Tüylü Canavar, Hindistan’daki ormanlarda yaşardı. Ormanın ötesindeki köylüleri yiyerek beslendiği için tüm köylüler, ondan çok korkarlardı. Bir gün köylüleri kurtarmak için bir kahraman çıkageldi. Çok tuhaf bir adı vardı:  Beş Silahlı Prens. Prens, Benares Kralı’nın oğluydu. İsmindeki Prens kelimesi oradan gelmekteydi. Doğduğunda sarayın astrologları beşiğinin etrafını sarmış ve bebeğin büyüyüp güçlü bir savaşçı olacağını ve tek bir silah değil, beş ayrı silahı birden kullanmakta usta olacağı kehanetinde bulunmuşlardı. Bu kehanete dayanarak kendisine o ad verilmiş ve kehanet de gerçekleşmişti. Beş silahı birden kuşanan Prens, canavarı yenmek için yola çıktı.

Prens, canavarla ormanda karşılaştığında, hemen ok ve yayını aldı ve canavara doğru fırlattı. Ancak oklar, canavarın vücudunu saran kalın kürk tabakasını aşıp vücuduna saplanamadı. Dolayısıyla Prensin attığı hiçbir ok işe yaramadı. Prens bu defa kılıcını çekip canavara sapladı; ancak bu da fayda vermedi. Çünkü kılıç, canavarın tenini saran kalın kürk tabakasını delemedi. Prens, diğer silahları olan bıçak, sopa ve mızrağı da denedi; ama sonuç nafile!

Umutsuzluğa kapılan Prens, bu defa yumruklarını sıkarak canavara saldırdı. Ancak yumrukları canavarın yapışkan kürküne gömülüverdi. Canavar, Prensi kolayca yiyebilecek durumdaydı; ancak Prensin cesareti canavarı durdurdu ve söyle düşünmesine sebep oldu: “Eğer bu kahraman prens, benimle bu kadar cesurca savaşabiliyorsa, bu konuyu bir kez daha düşünsem iyi olur.”

Kaçınılmaz sonunun yaklaştığını anlayan Prens, umutsuz bir durumda olmasına rağmen kendisinde tüm silahlardan daha güçlü bir şey olduğunu fark etti. Ve büyük bir cüretkarlıkla şöyle bağırdı: 

-Beni yemeğe cesaretin yok değil mi? Tüm silahlarım senin kürküne gömülmüş ve işe yaramamış olabilir. Ama benim içimde öyle gizli bir güç var ki beni yediğin anda patlayacak ve sen de öleceksin.

Bu konuşmadan etkilenen canavar, önce şaşırdı; sonra ölmeyi istemediğini düşünerek Prensi serbest bıraktı. Ama bir şeyi bilmek istiyordu. Prensin gizli gücü neydi? Hiç görmemiş olduğu bir silah mıydı yoksa!

Prens, bunun çok güçlü bir silah olduğunu, Buda öğretisinde buna merhamet dendiğini söyledi.

Canavar, bu konuşmadan çok etkilendi ve Beş Silahlı Prensin müridi oldu. Daha sonra Budizm’in Sekiz Katlı Yol Felsefesini yani insanları acıdan kurtulmaya götüren yolu öğrendi. İçsel huzura ulaştı, vahşi tabiatı yok oldu. Canavarlığının,   önceki yaşamında yaptığı kötülüklerin bedeli olduğunun farkına vardı.  Canavar aydınlanmaya ulaşınca köylüler de ormandaki canavardan kurtulmuş oldu.

 Aynı gizli güç bizi de kurtarabilir. Dünyanın dört bir yanındaki binlerce kalpte gizli olan merhamet, vazifesini pek ala yerine getirmektedir. Merhametin zıttı olan her şey terk edilmelidir. Çünkü öfke, intikam ve doğaya karşı vahşi davranışlar sonumuz olacaktır. Savaş, ancak insan olmanın barış ve huzur içinde olmak olduğuna inanılırsa son bulur. Sonsuz acılar veya iyinin kötülüğü yeneceğine dair biçare umutlar, savaşa son vermez. Barış, tek tek her insanın bilincinde gerçekleşen evrimin, en sonunda dünyadaki dengeyi sağlaması sayesinde yeşerebilir. 

Yaradan; İsa, Buda, Lao Tzu, Musa ve Muhammet de dahil olmak üzere birçok inanç sisteminden merhamet meşalesini taşıyan rehberler göndermiştir. Başka rehberlere ihtiyacımız yoktur. Aynı mesajınsa bir kez daha verilmesine hiç mi hiç gerek yoktur.

Bizim gibi birçok insan, savaşa ihtiyaç olmadığını biliyoruz. Savaşta bizi tatmin edecek hiçbir şey yoktur. Savaşın hiçbir cazibesi ve faydası da yoktur. Tıpkı yukarıda anlatılan Budist hikayede olduğu gibi canavarın kürküne yapıştık. Buradan kendini kurtarabilen her insan, barış için bir umuttur. Dünyayı değiştirmek için ne kadar insana ihtiyacımız var, nasıl yapabiliriz? Barış adına en korkunç silahlar kullanılmış acı ve yokluktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Artık içimizdeki gizli gücü kullanmanın zamanı gelmiştir. Bu gücümüzü uyandırarak Ülkemizi ve dünyayı da yeniden yaşanılası bir hale getirmek hepimizin görevidir. 

Işık ve sevgiyle kalın!