Bu şirin ilçenin adının Arapça “İbrad” yani “soğuk yer” manasındaki sözcükten geldiği düşünülmektedir. Yöre insanı Yörük’tür. Oğuzların Salur boyundan, Teke Türkmenlerinin çoğunlukta yaşadığı bir bölgedir. Afşar, İğdir ve Selçuklulardan dolayı Kınık boyları da yöreye hâkimdir.

Şirin İbradı’nın denizden yüksekliği 1050 metredir. İbradı’da yaz aylarında gündüz ortalama sıcaklık 25-30 derece olup, geceleri 10-15 derece arasında seyreder. Bağcılık, tarım ve hayvancılık, orman ürünleri, kestane ve bal üretimi, ilçenin en önemli geçim kaynağıdır. İbradı; üzümü, pekmezi ve balı ile ünlüdür. Her yıl Eylül ayının ilk haftasında Üzüm Bayramı yapılır.

İbradı İlçesinin 1000 rakımlı Ormana köyünde 700 yıllık geçmişe sahip, dünyada da benzeri olmayan, evlere rastlıyoruz.  Tasarımlarındaki mimari sırlarla yıllara meydan okuyan düğmeli evleri ile İbradı; Ülkemizin adeta saklı cennet köşelerindendir.

Ülkemizin bugünkü mülkü idari sisteminde Antalya ilinin bir ilçesi olan İbradı, hukukçularıyla ün yapmıştır. Kaza iken bağlı olduğu Akseki ise tüccarlarıyla namlıdır. Günümüzde bile Türkiye’nin en ünlü avukatlarının çok büyük bir bölümü İbradılıdır. Ve İbradılılar, sanki azınlık toplumuymuş gibi birbirlerini çok tutarlar. Yakın bir geçmişe kadar da birbirleriyle evlendikleri söylenir.

İbradılılarla ilgili çok bilinen ilginç bir hikâye vardır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Akseki’nin nahiyesi iken; İbradı nahiye müdürü değiştirilir. Eski müdür gider. Yeni atanan müdür kiraladığı bir katırla Antalya’dan İbradı’ya hızlıca gelir. Doğruca Nahiye Müdürlüğü makamına çıkar ve masasına oturur. Az sonra kelli felli, boylu boslu biri gelir kendini tanıtır.

Ben Orta Mahalle Muhtarı, Şürayı devlet azalarından mütekâhit filanca…

Müdür hemen ayağa kalkar, yerini misafire verir, yanı başındaki sandalyeye geçer. Hal hatır sormaya vakit kalmadan gene kapı açılır, yine kıyafeti, eli ayağı düzgün biri girer içeri.

Ben Yukarı Mahalle Muhtarı, Mahkemeyi temyiz reisliğinden emekli filanca…

Yeni müdür yerini ona verip bir aşağı sandalyeye ilişir. Daha beş dakika bile geçmeden gene kapı açılır ve gelen yaşlı zat:

Ben Aşağı Mahalle Muhtarı, sabık Konya valilerinden filanca…

Müdür bir aşağı sandalyeye daha kayar hemen. Gelenlerin ardı arkası kesilmez.

Ben Sadaret hukuk müşaviri falan, ben filan feşmekân…

Nihayet elinde bir dilekçesiyle bir vatandaş görünür kapıda. Makam masasında ilk ziyaretçiye uzatır dilekçesini. O da yeni müdür gösterip ona vermesini söyler. Yeni nahiye müdürü alır dilekçeyi eline, kekeleye kekeleye, adama bir gerekçe tayin ederek cevabını verir. Ama tam ziyaret sahibi odadan çıkmak üzereyken Şûrayıdevlet’ten emekli olan muhterem zatı şerif: ”Müdür beyefendi, bu evvelce buyurduğunuz gibiydi, fakat iki sene önce aldığımız bir içtihat kararıyla değiştirdik onu.” deyince, mahalle muhtarlıklarını paylaşan bu ilim otoriteleri yanında, nahiye müdürlüğünü sürdüremeyeceğini çoktan anlayan yeni müdür: “Bana artık müsaade, affedersiniz!” diyerek toplamı ancak yarım saat süren müdürlüğünden istifa eder, katırına binip gerisin geriye döner Antalyasına.

Bu hikayeden günümüzde çıkarılması gereken o kadar çok ders var ki…

Işık ve sevgiyle kalın!