Vaktin zamanında yaşayan ve devrinde büyük saygı ve sevgi kazanmış olan, aklı başında bir kişi bir gece rüyasında Hazreti Peygamber’i görür. Peygamber ona bir elma ikram eder. Kan ter içinde hemen uyanır bakar ki elma yastığının üzerinde duruyor. Hediyeyi alanın o anki halini düşünün. Artık ne uyku, ne dur durak… Fırlar yatağından, hemencecik giyinir, elmayı cebine koyar ve şehrin sokaklarında, gece yarısının sessizliği içinde at sürer, içine sığdıramadığı sırrına bir ortak arar. O fakında değil, atı, esrarkeşlerin tekkesine dalmıştır. Hepsi de yollara dökülmüş evlerine gidiyorlar. Adamı görünce ürker, korkar, utanır ve kaçışırlar. Ama içlerinden biri atının dizginlerini yakalar ve sorar: “Bu saate nereden gelir, nereye gidersin, erenler?” Attaki fitil gibi sarhoş esrarkeş tarafından yolu kesildi diye öfkeli, bağırır: “Bırak atımın dizginini!” “Niçin bırakayım?” Atlı öfkelenir, adam musallat olur, nihayet atın üstündeki hafiften hakarete başlayınca ayakta duramayacak kadar dalgada olan esrarkeş: “Ee… ne böbürleniyorsun? Beni söyletme, elma sende bir taneyse bende iki tane… Hadi işine git” der. Gelin de akıl erdirin bu işe!
 
Ya Gani, Ya Allah, Ya Hay!
 
Büyüklerimiz,”Erenlerin sağı solu belli olmaz” diyorlar. Sonra Mevlana, etrafındakileri hep: Seçilmişlerin işlerini kendi işlerinle kıyaslama” diye öğütlüyor.
 
Bizden kıssaları bulup anlatması gerisi hep size kalıyor…
 
Işık ve sevgiyle kalın!