Üsame dedi ki: Peygamber, Ebu-Bekir ile Ömer’i çağır diye, ferman etti.
 
Ebu-Bekir ile Ömer huzura gelince, Zehra’ya dedi ki:
 
Hadi, Sen de neyin varsa al, huzuruma getir: Öyle istiyorum ben. Ey gönlümü aydınlatan! Gözümün nurusun; ama seni bugün Hayder’e teslim edeceğim.
 
Fatıma gitti; o eşsiz hatun, evden taştan bir el değirmeni, hurma lifinden eski bir hasır, güzel bir ayakkabı ve bir misvak, tahtadan bir kase, koyun derisinden sağlamca bir döşek, bir de yedi yamalı çarşaf getirdi; hepsini huzura koydu. Bütün çeyizi sadece buydu.
 
İnsanların ve bütün kainatın cinslerine, nevilerine vakıf olan, hepsinin de efendisi bulunan peygamber, o taş değirmeni omzuna aldı. Ebu-Bekir hasırı sırtlandı, Ömer de döşeği yüklendi; yola düştüler.
 
Peygamber’in gözünün nuru olan Fatıma da köhne çarşafı başına aldı; ayakkabıları ayağına giydi; misvakı eline aldı.
 
Üsame, ben de dedi: Tahta kaseyi aldım; yola düştüm. Hayder’in odasına vardık. Ağlamaktan halkı görmüyordum adeta.
 
Resulullah dedi ki: A her işi güzel er! Neden böyle zar zar ağlarsın?
 
Dedim ki: Zehra’nın yoksulluğuna baktım da; bu hal canımı yaktı; ciğerimi eritti; yüreğim kaskatı kesildi.
 
İki cihan padişahının kızının çeyizi, işte buracıkta; meydanda! Zehra’nın yoksulluğu bana çok dokundu. Kızının çeyizi böyle mi olmalı?
 
Bir de Kayser (Roma) ile Kisra’nın (İran) yöneticilerine bak! Ne kadar çok malları var. Bir de Peygamber’in dünyada nesi var, seyret.
 
Bana: Üsame, sonu ölüm olduktan sonra bu kadarı da pek çok, dedi.
 
Günümüzden yaklaşık bin dört yüz yıl önce yaşanan ve israfı haram sayan, üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve kafa yorulması gereken bu olay, bugün bütün insanlara, ailelere ve bilhassa da İslam dünyasının yöneticilerine örnek olmalı.
 
Hele hele de ağzından Allah, Peygamber adını düşürmeyen, onların yolundan gittiklerini söyleyenlere…
 
Ne kadar gerçek oldukları, İslamiyeti ve Peygamberimizi ne kadar iyi ve doğru içselleştirdikleri ortada!!!
 
Anlatması bizden; yorumlaması ve uygulaması sizden!
 
Işık ve sevgiyle kalın!