“Fırkalara bölünüp parçalanmış rabler mi hayırlıdır, yoksa biricik ve Kahhar olan Allah mı?” (Yusuf,39)
 
Son peygamber Hz. Muhammed, bu dünyadan öteki aleme göç etmesine sebep olan hastalığının son beş günü boyunca yanına gelip giden herkese, tebliğ ettiği dinin adeta özeti gibi, ısrarla hep şu iki şeyi vasiyet etti;
 
1-Peygamberleri ve seçkin insanları ilah haline getirmeyin,
 
2-Peygamberlerin mezarlarını, o arada benim mezarımı da mabetleştirmeyin.
 
Şu sözün onun olduğu söylenir:
 
‘Hıristiyanlar öyle bir topluluktur ki, içlerinden önemli ve seçkin biri öldüğünde onun kabri üstüne önce bir mescit yaparlar, sonra da o kişinin suretini o mescidin orasına burasına çizerler. İşte bunu yapanlar Allah katında varlıkların en şerirleridir.’
 
Öldüğü sırada yanında olan, son nefesini kucağında teslim ettiği eşi Hz. Aişe, şöyle söylüyor:
 
‘Tanrı Elçisi, ölümünü getiren hastalığında şunu vasiyet etmiştir: Allah Yahudilere ve Hıristiyanlara lanet etsin! Çünkü onlar peygamberlerinin mezarlarını mabede dönüştürdüler.’
 
‘Allah peygamberlerinin kabrini mabede dönüştüren topluluklara lanet etsin’
 
Ve Hz. Aişe ekliyor:
 
‘İşte böyle bir şey kendisine de yapılmasın diye sahabeleri, onu benim evimin içinde, tam ruhunu teslim ettiği yerde defnettiler’
 
Ne yazık ki, korkulan olmuş, mezarı mescide dönüştürülmüştür. Sonraki zamanlarda karşı çıkıp mezarla mescidin ayrılmasını isteyenler ise etkili olamamıştır. Tam tersine, camiler sonraki zamanların seçkin insanlarının mezarlarını mabetleştirmenin sürekli aracı yapılmışlardır.
 
Hz. Aişe ve İbn Abbas, bildiriyor:
 
‘Hastalığı sırasında zaman zaman dalar, sonra ayılırdı. Her dalıp ayılışının ardından şunu söylerdi: Allah, Yahudi ve Hıristiyanlara, peygamberlerinin mezarlarını mabet edindikleri için lanet etsin!’
 
Ubeydullah Bin Abdullah Bin Utbe anlatıyor:
 
‘Tanrı Elçisi’nden dinlediğimiz söz şudur: Allah, Yahudi ve Hıristiyanları kahretsin! Peygamberlerinin mezarlarını mabede dönüştürdüler.’
 
Bir başka ziyaretçisine yine aynı şeyi söylüyor:
 
‘Peygamberlerin kabirlerini mabede dönüştürenlere Allah’ın öfkesi çok şiddetli olacaktır.
 
Bir de sıkça tekrarladığı bir duası vardı o günlerde ve şuydu:
 
‘Allahım! Kabrimi, tapılan bir puta dönüştürme!’
 
Son peygamberin son vasiyeti, bu kadar açık ve bu kadar net olmasına rağmen din temsilcilerinin rableştirilmesi yani birer yedek rab halinde algılanması, Kur’an’ın deşifre ettiği bir musibettir.
 
“Allah’ın yanında hahamları ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem’in oğlu Mesih’i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah’tan başkasına kulluk etmemeleri emredilmişti” (Tevbe,31)
 
Ayrıca Cenabı Peygamber de Ali İmran suresi 64. Ayetteki: ”Kimimiz kimimizi Allah’ın yanında rabler edinmesin.” ifadesinde yer alan ‘rab edinmeyi’ ‘din adamlarının sözlerini Allah’ın sözü gibi kabul etmek’ suretiyle gerçekleşen bir ilahlaştırma türü olarak göstermiştir.
 
Yukarıdaki yazıyı baştan sona birkaç kez daha okuyun ve sakin bir şekilde uzun uzun düşünün ki; doğruyu bulabilesiniz.
 
Hiçbir İslam ülkesinde olmayan; yaklaşık 8-10 yıldır sadece bizim ülkemizde her yıl nisan ayının aynı tarihlerinde ‘Kutlu Doğum Haftası’ adı altında ısrarla kutlatılmaya çalışılan, şimdilik rafa kaldırılan hafta, bize BOP’un ılımlı İslam için dayatması değil miydi sizce!
 
Şirkten kaçınmak için Kur’an’ın iniş sıralı Türkçe mealini okumak; düşünerek, anlayarak okumak gerek. Doğruları görmenin ve uygulamanın bundan başka yolu yok.
 
Işık ve sevgiyle kalın!