Tımarhanelerde yatanların içinde değişik sebepler altında çıldırmış olanlardan incelenmeye değer birçok adam vardır. Bu delilerin bazısında görülen delilik şekli, deliliğin bir saadet mi yoksa bir felaket mi olduğu hakkında beni çok düşündürür. Alemde her şey nisbi oluyor. Bu takdirde delilik de bazen saadet bazen da felaket sayılmaya şayan bir durum… Bir zamanlar  sık ziyaretine gittiğim …… akıl hastalıkları hastanesinde zararsız deliler içinde bir jandarma eri vardı ki kendisini alay kumandanı olmuş sanıyordu.

 

Her gün bir köşeye oturur ve çok derin düşüncelere dalardı. Saatlerce düşündükten sonra yüzü memnuniyet ve tebessüm ifadeleri ile dolu olarak kalkardı. Bir gün kendisine ne düşündüğünü sordum. Cevap olarak dedi ki:

 

“ Bin kadar eşkiya çetesi var. Ak Efe, Yeşil Efe, Kara Efe, Mor Efe, hepsi dağa çıktı. Ben bütün Türk ülkesinin Alay beyi olduğumdan sadrazamdan bu haydutları yakalamak için emir aldım. Bin kadar kol çıkardım. Kendim de aklımı bir tabağa koyarak bin parça ettim. Her parçasını bir kol çavuşunun heybesine koydum… Çavuşlar akılları ermediği vakit heybeden benim aklımı çıkarırlar, ne yapacaklarını danışıp sorarlar. İşte bu sayede ne Kara Efe kaldı ne Mor Efe. Hepsini yakaladım… Derken işi padişaha bildirmişler. Bana kırk cariye, bir deve yükü altın, beş yüz tane nişan yollamış. Şimdi derdim şu. Evvelce de aldığım nişanlarla bu son nişanlar, yirmi oda dolduruyor. Bunları nasıl taşıyayım? Nihayet meseleyi hallettim. Bir tren kiraladım. Her nereye gidersem beraber götüreceğim. Vagonlarına nişanlarımı astıracağım. Ve gayet büyük bir yazı ile:

 

‘Bu nişanlar alay beyi Cırlak Efe’nin nişanlarıdır.’ Diye yazdıracağım. Başka çare yok. İnsan nişanlarını beraber gezdirmezse neye yarar.”

Bu zavallı, mesut deliler kısmına dahildi. İlla lakin bu sistemde binlerce deli mevcut olduğunu düşündüm de sakın alem büyük bir tımarhane olmasın dedim.

 

Sözün kısası, Amak-ı Hayal’de  ne güzel anlatılmış. Uykularından uyandıramadığımız ne çok insan var. Değil mi?

 

Işık ve sevgiyle kalın!