Mavilim mavişelim (telefon zilim), 08.10, çalan telefon, Cumartesi, servis, kurs, okul, sınav, Çağdaş..
-Alo..
-Günaydın Serpil Hanım
-Günaydın Şakir Bey
-Çağdaş’ı bekliyoruz
-Beklemeyin Şakir Bey, biz uyuyakalmışız, siz devam edin ben bırakırım okula.
Hafta sonu günlerden Cumartesi, Cumartesi günleri bizim çocukluğumuzda tatil demekti, uyku demekti, keyif demekti, çok şey demekti ama şimdi değişti her şey. Güzel bir Sonbahar gününün kışla buluşmak için telaşsız adımlarla yürüdüğü bu güzel tatil gününde artık çocuklar okula gitmekte ve ne olduğu veya ne zaman nasıl olacağı belli olmayan bir sınava hazırlanmakta…
Bunları bir kenara bırakırsak, gün bizim için tüm telaşıyla başladı artık, hemen kalktık, hızlı bir şekilde hazırlandık. Çağdaş kahvaltıyı sıcak simitle arabada yaparken ben çalan müzikteki bir cümlenin peşine takılıp gittim ve bir tur hayatımı dolanıp arabaya geri döndüm. 
Çağdaş’ı bırakıp okuldan ayrılınca baktım saat 09.10 ama kalkmışım, hayata katılmışım, gidip tekrar yatamam, ne yapayım dedim, düşündüm bugüne yakışan güzel bir şey olsun, bir çılgınlık yapayım dedim ve pazara gittim.
Evet evet bildiğimiz sebze pazarına. Tezgahlar daha yeni kuruluyor, pazarcılar sebze-meyvelerini telaşsız bir özenle yerleştiriyor, kimisi ayvalarını parlatıyor, kimisi ezik zeytinleri ayıklıyor, ama herkes çalışıyor gayretle. İşini bitirenlerde başka bir pazarcının evde yapıp getirdiği plastik kaptaki çorbasını içiyor keyifle.
Tezgâh aralarında dolaşıp onları izliyorum ben de, sabah sakin, kimseler yok. En çok 'köylü pazarı' denilen yeri severim ben. Teyzeler, amcalar, genç kardeşler ürünlerini önlerine dizerler ve beklerler bizi. Düzenli uğradığım bir pazarcı abla; 'Bugün erkencisin evden mi attılar seni' diye soruyor. ‘Yok ben kendimi attım evden’ diyorum, ikimiz de gülüyoruz. Taze süt getirmiş, 'Al bunu, kaçırma' diyor, kaçırmayıp alıyorum ben de, yoğurt yaparım diyorum. Bana güzel, taş gibi yoğurt yapmanın sırlarını anlatıyor, hepsini kaydediyorum hafızama. 
Alışverişimi tamamlayınca pazarın çıkışında köy ekmeği satan amcaya da uğrayıp ekmeğimi alıyorum. Normal zamanda bulunduğu yer çok kalabalık ve ben park yeri bulamadığımdan ekmeği alelacele alıp giderim ama bugün erkenciyim, hiç acele etmedim. Ekmekçi amca da durumun farkında, birbirimizi selamladık, hal hatır sorduk. Bana oğlunun yeni yaptırdığı fırını anlattı hatta fotoğraflarını gösterdi büyük bir mutlulukla. ‘Artık kendi ekmeğimizi satacağım inşallah’ dedi heyecanla. Ben de mutlu oldum, ‘İnşallah’ dedim yürekten.
Sıcacık ekmeğimi alıp yola koyuldum. Dönüşte mahalledeki simit fırınından sabah simidimi aldım ki, kendilerini çok severim. Kumral saçlı dört-beş yaşlarında bir oğlan çocuğunu sevdim orada, bir yavru kediye göz kırptım.
Şimdi bütün bunların TEOG'la ne ilgisi var diyeceksiniz haklı olarak, eğer bu sınav bu eğitim sistemi, bu belirsizlik olmasaydı, Cumartesi kursu olmazdı, biz uyuya kalmazdık, vs.vs... Ben de bu güzel 'Cumartesi'nin huzurunu, pazardaki güzel insanların tatlı telaşını, güzel yoğurt yapmanın inceliklerini ve ekmekçi amcanın heyecanını göremezdim ama değil mi? İyi ki varsın Türk Eğitim Sistemi'nin güzel sınavı, sınavları, TEOG MEOG LKS ya da adı her neyse...