Bütün dünyada üzerinde en fazla konuşulan bir numaralı konu havanın durumudur. Ancak hava’nın sadece bir günlük ömrü vardır ve insanlar akşam evlerine girince bu konunun kapının dışında kaldığını sanırlar. “ Hava” sokakta, yolda, tatilde haberdar olunması gereken bir meteorolojik konudur sanki…
 
Gök yüzüne baktığımızda sesten daha hızlıdır ışık. 27.700 santigrat derecede iner şimşek yere, üstelik güneşten beş kat daha sıcak bir şekilde. Her yıl ortalama 100 bin fırtınada 25 milyon şimşek yer küreye düşerek, her saniyede 100 bin şimşekle sanki kalp masajı yaparcasına enerji verir bu dünyaya… İnsanlar önemsemezler bu bilgileri… şimşekler niye düşer birçoğumuz merak bile etmemişizdir. Ama aslında bu bilgileri bilmek hayatın işleyişini, muhteşem mekanizmasını görmek, küçük aklımızla hayatın sırrını çözmektir.
 
Ama bizler; daha perşembeden hafta sonu havasına giren insanların çoğunluğu, kendilerini atacakları kırları, parkları, dağları, ovaları, nehir, göl kenarlarını, ağaç altlarını, orman huzurunu ve oradaki pikniklerde yapacakları et-sucuk, mangal sefalarını, günümüzde artık bazılarını saklayarak içtikleri içecekleriyle birlikte hayal etmeye başlarlar. Havanın mart ortasında yaz gibi ısınmasıyla beraber insanların büyük çoğunluğunun çalışmayı yavaşlatmasının nedeni budur. Zaten kış ortasında yaz benzeri tatil ve hafta sonu planları yapmak dışında, iklimlerin değişmesini, kışların ısınıp yazların cehennemi sıcaklaşmasını, artan selleri ve orman yangınlarını çiftçiler, hayvancılar, köylüler, itfaiyeciler ve çevreciler dışında henüz dert eden çok kimse yok gibi. Belki de ülkemizde ve dünyada bu değişen havalar konusunu, bir avuç işsiz güçsüz ve tuzu kuru “romantik çevreci aktivistlerin “ şımarık eğlencesi sanmak, insanların kendilerini daha ciddi gerçeklerle ilgilenen önemli kişiler olarak hissetmesini sağlıyor. Nasılsa “Ülkemizi ve dünyayı kurtarmaya çalışan bir avuç idealist” her zaman bir yerlerde bulunuyor. Onlar da bu gezegendeki hayatın devamlılığını korumaya çabaladıkları için “ tabiat’tan daha ciddi ve önemli hiçbir şey olmadığını söyleyip duruyorlar. Bizleri koruyup kolluyorlar. O zaman biz de yemeye içmeye, tüketip bitirmeye ve eğlenceye tam gaz devam…
 
Oysa Ülkemiz de hava güllük gülistanlık falan değil. Hava kurşun gibi ağır
 
“Havanın kurşun kadar ağır olması çok saçma!” diye itiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Bir kere hava gazlardan oluşmuştur ve hafiftir. Yüzde 78’i nitrojen, yüzde 21’i oksijen, yüzde 0,96’sı argon ve diğer gazlardan meydana gelir. Gezegenimizi saran bu gaz kitleye atmosfer denir. Atmosferde metan, amonyak, organik asitler, hidrojen sülfat, nitrojen, ozon, neon, helyum da bulunur. Bu yüzden havayı kurşun elementiyle karşılaştırmak mantıklı olmaz! Diyebilirsiniz.
 
Kendi yurdunda, kendi insanları tarafından anlaşılmamak veya yanlış anlaşılmak samimi ve onurlu insanlar için hayal, kalp ve gönül kırıcıdır. Fakat kendi yurdunda, kendi anadilinde düşünceleri yüzünden suçlanmak samimi, içten ve onurlu insanlar için şevk kırıcıdır. Dünyaya yeni fikirler, yeni buluşlar, yeni olasılıklar sunmak hevesiyle hayatlarını bu yolda adamış insanların şevki ve hevesi kırıldığında hava kanalları tıkanır.
 
Hava nefestir.
 
Nefessiz kalan bir insan sizce yaşayabilir mi?
 
Bir de hayata bu yönden bak be kardeşim!
 
Kaybın asla olmaz, ama kazancın çok mu çok olur…
 
Zaten tabiatta hiçbir canlı öbürünün hatta kendi evlatlarının bile sahibi değildir. Bulunduğu makamlar itibariyle kendini insanların, hayvanların, bitkilerin ve tabiatın sahibi olduğunu sanan kişiler en çok yanılanlardır ki, bu tiplerin hiç biri tarihte hayırla anılmamıştır!
 
Nazım Hikmet şiirinde “Hava kurşun gibi ağır / Bağır bağır bağırıyorum “ çığlığını atarken, kurşunu ağır bir metal olarak gazlardan oluşan havayla kıyasladığı kadar, ateşli silah mermisine gönderme yaparak korkutulmaktan kurtulmamız gerektiğini anlatıyordu kanımca.
 
Gülmeyi, sadece kendi gücünü korkudan besleyenler sevmez. Gülmek korkunun gücünü derinden sarsar.
 
Gülümseyin Mayıs ayında dermanınız güçlü olsun.
 
Işık ve sevgiyle kalın!