Türkiye’deki siyasal partiler Avrupa’daki siyasal partilerden farklı temeller üzerine şekillendiler. Batı’daki partiler parlamento içinde ve legal olarak kuruldular. Bir toplumsal kesimin/sınıfsal yapının temsilcisi durumundaydılar. Türkiye’de ise Batı’daki anlamda sınıfsal bir yapı yoktu. Türkiye’deki ilk modern siyasal muhalefet hareketleri sınıf değil, aydın/bürokrat kökenlidir. Kurtuluşçu bir misyona sahiptir. Sınıfsal değil, kurtuluşçudur; devleti kurtarmak ana hedeftir. Osmanlı’daki ilk ciddi muhalefet hareketi olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki, 1908 sonrasında Cemiyet’ten Fırka’ya dönüşmüştü. Buna benzer bir şekilde Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) sırasında kurulan ve ülkedeki dağınık tüm direniş odaklarını birleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) de, Birinci Meclis’te aynı adla örgütlendi ve ardından ülkenin kurtarılmasından sonra Halk Fırkası’na dönüştü. Halk Fırkası kurulduğunda, A-RMHC il ve ilçe şubeleri tabelalarını indirerek yerine Halk Fırkası tabelasını astılar. Cemiyetten Fırkaya geçiş böyle gerçekleşti. Bu, CHP’nin hem Müdafaa-i Hukuk kökenini ve hem de Kurtuluş Savaşı ile bağını açık bir şekilde ortaya koymaktaydı. Bu noktada İttihat ve Terakki ile bir benzerlik söz konusudur. Ancak arada bir fark olduğunu da belirtmek gerekir. O da Kurtuluş Savaşı başarmış olmak ve bu bağımsızlık savaşının karizmatik liderinin önüne çağdaşlaşma hedefini koymasıdır.

Partinin kurulmasına ilişkin Mustafa Kemal Paşa ilk açıklamasını 6 Aralık 1922 tarihinde yaptı ve “Halk Fırkası” adını kullandı. Ülkenin geri kalmışlığını ve çöküş tehlikesini ortadan kaldırmak, çağdaş ve ileri bir toplum yaratmak amacıyla devrimler yapmayı planlıyordu. Bu da ancak bir siyasal parti ile mümkün olabilirdi. M. Kemal Paşa, milletin tüm kesimlerinden ve hatta İslam dünyasının en uzak yerlerinden bile kendisine gösterilen sevgi ve güvene layık olabilmek için milletin en sade bir bireyi olarak vatanın yararına çalışmak amacıyla barışın sağlanmasından sonra Halkçılık ilkesin dayanan ve Halk Fırkası adıyla bir siyasal parti kurmak niyetinde olduğunu söyledi. Yeni bir döneme girildiğini belirten Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi milletin yardımını ve aydınların da katkısını istiyordu. Ayrıca kuracağı parti için 7 Şubat 1923 tarihinde şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Halk Fırkası, halkımıza siyasi eğitim vermek için bir okul olacaktır”.

9 Eylül 1923 tarihinde kabul edilen Halk Fırkası Nizamnamesi’nin birinci maddesinde partinin;

a. Milli hâkimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek (ulusal egemenlik/demokrasi),

b.      Türkiye’yi asri bir devlet halinde yükseltmek (çağdaş bir devlet ve toplum yaratmak),

c.      Türkiye’de bütün kuvvetlerin üstünde kanunun üstünlüğünü hâkim kılmak (hukuk devleti)

için çalışacağı belirtilmektedir. Parti Tüzüğünün birinci maddesi –kısmen başarılsa da- ülke açısından halen ulaşılmayı bekleyen bir hedeftir. Diğer taraftan parti tüzüğünün birinci maddesi parti yönetiminin yapması gereken bir görev olarak önünde durmaktadır.

Türkiye tarihinde 1877’den beri seçim yapılsa da ilk kez 1950’de seçimle iktidarın değişimi, kansız ve demokratik bir devrimdi. Fransız Devrimi’nin getirdiği cumhuriyetin demokrasiyle taçlanması gibi Türk Devrimi’nin getirdiği cumhuriyetin demokrasiyle taçlanmasıydı. Bu, Atatürk’ün ve genel olarak Cumhuriyetin kurucu kadrolarının bir amacıydı. Bununla birlikte İnönü’nün belirleyici rolü ve etkisine de dikkat çekmek, rejimin kurumsallaşması, seçimle iktidarın değişimin gelenekleşmesi için harcadığı çabayı görmek gerekir.

Devlet partisinden Halk partisine geçiş büyük ölçüde 1950 sonrasında gerçekleşti. DP’nin ilk yılların giderek otoriterleşme ve demokrasiden uzaklaşma yoluna girmesi CHP’nin kadrolarını ve ideolojisini yenileyip, İnönü’nün liderliğinde iktidar alternatif olmasının yolunu açtı. Bu bağlamda 1957 seçimlerinde % 41 oy alarak bunu gösterdi.  

CHP’nin 1959 yılındaki “İlk Hedefler Beyannamesi”, Ortanın Solu’na giden dikkat çekici bir kilometre taşlarından biridir. Bu dönemde Partinin Ar-Ge bürosunun çalışmaları kapsamında ciddi hazırlıklar yapılmıştı. Anayasa tartışmaları, Senato, Anayasa Mahkemesi, sendikal örgütlenme, çalışanlara grev hakkı tanınması, seçim sisteminin demokratikleştirilmesi (nispi temsil sistemi)... beyannamede gündeme geldi. Bu hedefler, 27 Mayıs Anayasası ile gerçekleşti. Ancak, askeri darbe CHP’yi olası bir seçimde tek başına iktidara gelmekten alıkoydu. Askeri darbenin CHP’ye oy kaybettirdiği açıktı. İdamlar ve askeri müdahalenin CHP’ye mal edilmesi, CHP’nin 1961 seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkmasına engel oldu.

1961-1965 dönemindeki CHP’nin ağırlıkta olduğu koalisyon hükümetleri ve bu hükümetlerin izlediği politikalar (Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı gibi) Ortanın Solu politikalarının habercisiydi. Söz konusu dönemde uzun yıllardır beklenen işçilere grev hakkının verilmesi gerçekleşti.

“Ortanın Solu” terimi, İnönü tarafından 1965’te ortaya atıldığında sadece bir “söylem” niteliği taşıyordu. Ancak, içi boş olan bu terimin içeriği giderek dolduruldu ve partinin ideolojik kimliğine dönüştü. İnönü’ye göre Ortanın Solu, CHP’nin kendi özünde, 1923’teki kuruluş ruhunda var olan bir niteliktir. Bu düşünce, CHP’de demokratik sol/sosyal demokrat politikalar üretilmesinin başlangıç noktası olmuştur. Bu politikaları oluştururken benimsenen temel ilkeler şöyle sıralanabilir:

·        Halka dayanmak, güvenmek,

·        Demokrasiyi tüm yönleriyle benimsemek,

·        Cunta ve darbelerin karşısında olmak,

·        Ezilenlerden, çalışanlardan, emekçilerden yana olmak.

1965 sonrasında CHP içerisindeki grupların arasındaki çatışma ve rekabet iki noktada toplanmaktaydı, Bunlardan birincisi Ortanın Solu kavramının içeriğinin nasıl doldurulacağı, ikincisi ise İnönü sonrası partinin liderinin kim olacağı idi. CHP’de bu rekabet ve mücadele Ecevit’i önce Genel Sekreterliğe (1966) ardından da Genel Başkanlığa (1972) taşıdı.

Dünya konjonktürünün ve ülkedeki dinamik siyasal ortamın yarattığı dalgayı CHP ve karizmatik lideri Ecevit iyi kullandı. Kıbrıs Barış Harekatının da etkisiyle 1977 seçimlerinde yine % 41 eşiğine ulaşıldı. 12 Eylül öncesinde CHP’nin kurduğu zayıf hükümetler kendisinden beklenen umudun karşılığın veremedi ve başarısız oldu. Aslında 12 Eylül ortamına da bu moral bozukluğu ile gelindi.

2023 seçimlerinin kaybının ardından CHP içerisindeki tartışmalar benzer bir umutsuzluğu besliyor. CHP Türk siyasal yaşamının en kurumsal partisi. 9 Eylül 2023’de 100 yaşına girecek. Benzer bir kurumsal yapıya MHP de sahip, köklü tarihi dolayısıyla.

CHP, tarihi bir parti. Kendi farkında mıdır bilinmez ama Türkiye’nin ona ihtiyacı var. Buna MHP de dahil. Çünkü köklü siyasal partiler, köklü bir demokrasinin işareti. Kendi tarihi kimliğini ve mirasını, tozlu raflara koymadan bir ayağını oraya basmak zorunda. Diğer taraftan çağdaş sol değerlerle de kendini beslemek zorunda. Bu iki ayak partiyi yaşatabilir ve ülkenin dertlerine dermen olabilir. Ancak CHP bu haliyle can sıksa da yaşanan tartışmalar bu ülkede sadece CHP’de yaşanabiliyor. Aklıselimle bu kaostan CHP kendini kurtarmak zorunda. Kimlik siyaseti, bölgecilik gibi bataklıklara saplanmadan Cumhuriyetin ikinci yüzyılına ulaşmak kolay da değil. Böylesi bir bataklığa saplanma neticesinde oluşacak tablo bana Şevket Süreyya Aydemir’in ünlü kitabı Suyu Arayan Adam’ını hatırlatıyor. Malum Aydemir’in suyu bulması yolun kaybı pahasına olmuştu. CHP ise bu kaotik süreçte hem suyu hem de yolu kaybedebilir. Çıkış yolu Parti Tüzüğünün 1. maddesinin demokrasi, çağdaşlık ve hukuk devleti idealidir.