1924 Anayasasının 2. Maddesi “Türkiye Devletinin dini, dinî İslâmdır: Resmi dili Türkçedir; başkenti Ankara şehridir” demekteydi. Devletin dininin, İslam olduğunun Anayasanın ikinci maddesinde yer alması aslında yeni bir şey değildi. Buna benzer ifadeler 1876 Anayasasında da vardı. 

Bundan tam 90 yıl önce, 10 Nisan 1928’de İsmet Paşa ve 120 arkadaşının teklifi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklifi verdi. Devletin laikleşmesinde önemli bir adım atılarak, Anayasanın ikinci maddesinde yer alan "Türkiye Devleti'nin dini, dini İslam'dır" fıkrası kaldırıldığı gibi 26. maddenin baş tarafında şeriat hükümlerinin TBMM tarafından yürütüleceğini belirten cümle de kaldırıldı. Bunun yanı sıra milletvekilleri ve cumhurbaşkanının yaptıkları yeminlerde "Allah" üzerine yemin kaldırılarak, namus üzerine ant içilmesi şekli kabul edildi.

Buna neden gerek duyulmuştu?

1938 yılında yayınlanan On Beşinci Yıl Kitabı’nda laikliğin neden önemli ve gerekli olduğu şöyle anlatılıyordu: 

“Türkiye Cumhuriyeti, dinlerden ve dinlerin koyduğu naslardan değil hayatın kendinden ve onun müsbet icap ve ihtiyaçlarından mülhem olarak işleyen bir devlet mekanizmasıdır. Devlet ve dünya işlerinde dinin hiçbir tesiri yoktur. İşte bu prensibe laiklik derler”.

Cumhuriyetin dini mahkemeleri kaldırarak ve Medeni Kanunu kabul ederek adli birliği, medreseleri kapatarak öğretim birliğini sağlaması; “cemiyetin yetiştirici ve yaşatıcı şartları arasından dinin kaldırılması demektir. Böylece amme haklarının en mühimlerinden biri olan vicdan hürriyeti, Laiklik sayesinde en geniş ve ideal bir şekilde temin edilmiştir. Bir cemiyetin üstünlüğü ve medeniliği için birinci şart olan vicdan hürriyeti, her ferdi manevi hususlarda kendi idrak ve imanına bırakarak ferdi inanışla devletin ve cemiyetin umumi yürüyüşünü köstekleyici bütün bağlarını atmıştır”. 

Cumhuriyetin laiklik anlayışına göre, “milli ve toplumsal hayatta bireyin dinsiz, şu veya bu inanç sistemine bağlı oluşu; milli ve toplumsal görevi bakımından ne bir kusur, ne de bir fazilet sayılamaz. Türkiye’de dinin dünya işlerinden ayrı tutulduğu, Laikliğin ilan olunduğu andan itibaren hiç kimse, hiçbir ibadete zorlanamaz ve hiç kimse, vicdanının ilhamı ile kabul ettiği ibadetten men olunamaz. 

Bu geniş ve yüksek anlayışın sınırları içerisinde köhne, yıpratıcı ve yüksek içtimai heyetleri bile sükut ettirici tekke, tarikat gibi irticai zihniyet temsilcilerinin girmesine doğal olarak imkan yoktur”. Nitekim Anayasamızda Laiklik kesin bir ifade ile yer almıştır (1937).  

Atatürk dönemi, Türkiye’nin Ortaçağ toplumu olmaktan çıkıp kadınla erkeği hukuk, siyaset ve toplum önünde eşit kılan modern bir toplum ütopyasını önümüze koydu. Bugünün Türkiyesi, geçen zaman içerisinde tüm yıpranmışlıklara, geri adımlara rağmen bugün sağlıklı bir şekilde ayakta durabiliyorsa bunu Atatürk’e borçludur. 

Anadolu’da Selçuklu’dan Osmanlı’ya oradan da Cumhuriyete kadar gelen bin yıllık devlet geleneği Türk milletinin gelişiminin bir sonucudur. Bugün Cumhuriyeti inkar, onun getirdiği laiklik anlayışını inkar, bizim bu topraklarda var oluşumuzu inkar demektir. Türkiye, medeni/uygar bir devlet olarak yaşayacaksa emperyalizmle mücadele etmesi gerektiği gibi, Ortaçağ karanlığı ile de mücadele etmelidir.