İzmir, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başladığı ve bittiği yer. Bundan 105 yıl önce, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in başta İngiltere olmak üzere İtilaf devletleri himayesinde Yunan ordusu tarafından işgali, Türk direnişinin fitilini ateşledi. Aslında İzmir’den önce işgal edilen Adana ve Musul gibi şehirler de vardı. Gerçi Çukurova’da da direniş meydana geldi. Ancak İzmir’in işgali ateşin üzerine benzin dökmek gibi bir etki yarattı. Bunun nedenleri arasında İzmir’in Anadolu’nun göbeğinde olması, daha önce hiç işgal edilmemiş oluşu, Yunan işgalinin kalıcı olacağı düşüncesi, Yunan’ın yakın zamana kadar Osmanlı tebaası olması ve yerli Rumların da bunun parçası haline gelmesi sayılmalıdır. Emperyalizm sarmalında bir Megali İdea söz konusudur. Bunun farkında olan İzmirliler, Mondros Ateş Antlaşması’ndan bir hafta sonra, 6 Kasım 1918’de İtilaf devletleri donanması İzmir limanına gelip demirlediklerinde olacakları hissederek ilk Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesini kurdular: İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti…

Wilson İlkeleri her ne kadar her millete kendi kaderini tayin etme vaadinde bulunduysa da, bu Osmanlı azınlıklarını teşvik edici, Türk ve Müslümanları da uyuşturucu etki yarattı. Ancak Anadolu’daki ilk direniş örgütleri ağırlıklı olarak emperyalizm kucağında azınlık (Ermeni-Yunan/Rum) milliyetçiliğine tepki olarak kuruldular. Çünkü onların Türklere yaşama hakkı tanımayacakları, öldürecekleri, yağmalayacakları, tecavüz edecekleri ve kalıcı olacakları açıktı. Bu da beraberinde önce kısa bir tereddüt hali yaratsa da direnişi getirdi. İzmir’de ilk kurşunun atıldığı şehirlerden biri olarak tarihi bir şerefi üstlendi.

İzmir, Milli Mücadele’nin kızıl elma’sıdır. Türk için işgalin başlangıcı ve kurtuluşun gerçekleştiği yerdir. Yunan için ise İzmir, Anadolu macerasının başladığı ve “Küçük Anadolu Faciası”nın yenilgiyle bittiği yerdir.  

Peki ya İzmir’in tarihsel arka planı nasıldı?

İzmir’in bir ticaret limanı olarak yükselişi, 17. Yüzyıl sonrasına rastlar. Bu tarihten sonra İzmir’in nüfusunda ciddi bir artış meydana geldi ve ticaret gelişti. Ticaretin gelişimiyle birlikte İzmir’in demografik yapısında da ciddi değişiklikler meydana geldi. Örneğin 1831 tarihli nüfus sayımı, nüfusun etnik ve dinsel unsurlar arasındaki dağılımını açık bir şekilde göstermektedir. Bu sayıma göre Türkler % 42,9, Rumlar % 29,4, Yahudiler % 15,6, Ermeniler % 9,8 ve Avrupalılar % 2,3.

1831 tarihli nüfus sayımından da anlaşılacağı üzere bir ticaret limanı kimliği, kentin demografik yapısını da etkilemekteydi. % 2,3’lük Avrupalı nüfusu Levanten tüccarlara işaret etmekteydi. Bu dönemde İzmir, hinterlandı ile birlikte önemli bir ihracat limanı niteliği taşımaktaydı. Gayrimüslim nüfus da bu ticarette önemli bir rol –aracılık başta olmak üzere- oynamaktaydı. Yahudi nüfusun önemli bir bölümü İspanya kökenli Sefarad Yahudileriydi.  Sefarad Yahudilerinin yerleştiği bir diğer kent de Selanik’ti ve her iki kentin de gelişimini etkilemiş, kozmopolit yapısına katkı sağlamışlardı.

İzmir’in kozmopolit yapısında belirleyici olan, yönünü Batı’ya dönmüş bir ihracat limanı olmasıydı. Osmanlı Millet Sistemi çerçevesinde bu kozmopolit yapı yan yana idi ama iç içe değildi. Kentin yerleşiminin etnik ve dinsel kimlikler temelinde oluşmuştu: Yan yana ama iç içe olmayan mahalleler. Bugünkü Alsancak Limanı’na yakın bölgede Rum Mahallesi, sahil kısmında Frenk mahallesi, bunların hemen gerisinde Basmane’ye doğru uzanan Ermeni mahallesi bulunmaktaydı. Bu mahallelerle Türk/Müslüman Mahallesi arasında Yahudi Mahallesi yer almaktaydı. Nitekim Havra Sokağı civarındaki sinagoglar bunun bugün bile açık göstergesidirler.

İzmir’in demografik yapısında 19. Yüzyıldan itibaren önemli değişiklikler oldu. Dağılmakta olan imparatorluğun Balkanlarda kaybettiği topraklardan gelen Müslüman/Türk nüfusun yerleştiği yerlerden biri de İzmir oldu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda Müslüman bir göç dalgası İzmir’e de geldi. Bunu 1912-1913 Balkan Savaşları ile Balkanlarda kalan son Osmanlı topraklarının kaybı ile birlikte bu bölgelerden gelen Müslüman nüfus izledi. Ardından Kurtuluş Savaşı’nın sonucunda nüfus mübadelesi yaşandı. Rum nüfus gitti. Müslüman/Türk nüfus geldi. Bu, demografik yapıdaki önemli bir dönüşümü ifade etmekteydi. Görece daha homojen ve Müslüman ağırlıklı bir nüfus, kentin yeni yapısını belirledi. Kentin kozmopolit yapısının sona erdiği tarih olarak 1923 sonrasını değil, 1919 Yunan işgalini belirlemek daha yerinde olacaktır. Daha doğrusu başlangıç noktası olarak 1919 tarihi rahatlıkla alınabilir.

İzmir, 20. yüzyılın başında ülke ortalamasına göre sosyal ve ekonomik bakımdan gelişmiş bir liman kentiydi. Kentin bu konumunda zengin hinterlandı ve kozmopolit yapısı önemli bir etkiye sahipti.  Ancak, kozmopolit yapı ve farklı etnik/dinsel kimliklerin varlığı siyasal bir kaos ortamını da beraberinde getiriyordu. İzmir, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürece bu ortamda girdi. Kentin Yunanlar tarafından işgali, şehri Türk Kurtuluş Savaşı’nın sembol şehri haline getirdi. Kanlı ve acılı 3 yıl 3 ay 24 günlük bir işgal dönemi yaşandı. İzmir ve hinterlandı ciddi ölçüde yakıldı, yıkıldı, tahrip edildi, yağmalandı, tecavüzler ve öldürmeler yaşandı.

İzmir’in işgali protesto mitinglerini de, direnişi de beraberinde getirdi. İzmir’in işgali, işgaller karşısındaki tereddüdü ortadan kaldırdı, ilk kurşunun ardından hemen çevre ilçelerde Kuvayı Milliye cepheleri açıldı, bunlara yer yer askerler de destek verdi. Bu bağlamda İzmir, Milli Mücadele’nin “kızıl elma”sıydı, nihai hedefiydi. Kentin Yunan işgalinden kurtuluşu ile birlikte yeni bir dönem başladı. Nüfus mübadelesi ve diğer yollarla Rum, Ermeni nüfusun kenti terk etmesiyle siyasal kaos ortamı da sona ermekteydi; ama ticareti önemli ölçüde elinde bulunduran gayrimüslim unsurların gitmeleri, kentin eski ihtişamını yitirmesi anlamına da geliyordu. Özellikle bu durum 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ile birleştiğinde kendini çok daha açık bir şekilde gösterecektir.

Kentin hinterlandı ile birlikte Yunan işgalinden büyük zarar görmesi, tabloyu daha da olumsuz bir hale büründürüyordu. Nitekim, kentin ve ülkenin kurtuluşundan 5 ay kadar sonra İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde dönemin İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, yaptığı konuşmada ilk olarak şunları söylüyordu:

“Aziz Türkiye’nin öz evlatları, hoş geldiniz, güzel Türkiye’nin ameleleri, sanatkârları, çiftçileri ve tacirleri, hoş geldiniz, hür ve müstakil güzel yurdun yorulmaz cesur emekçileri, hayatını dişleriyle, tırnaklarıyla kazanan ve şimdi hürriyet ve istiklal yolunda şehit düşen yavrularının nerelerde gömülüp kaldığını bilmeyen, bir kırık mezar taşı başında Fatiha okuyabilmek imkânını bile bulamayan çilekeş Türk hanımları hoş geldiniz. Amele hanımlar hoş geldiniz. Gelecek sene adedinizin daha çok olmasını dilerim”. 

Ülkenin içinde bulunduğu ruh halini belirten bu konuşma, işgalin yarattığı yıkımı da özetliyordu. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç ve bitiş noktası olan İzmir, Türkiye İktisat Kongresi ile kalkınma politikasının da belirlendiği şehirdi. Direnişin ve kurtuluşun sembol kenti, kuruluşun da sembol kenti oldu. Bu noktada İzmir, 100 yıllık süreçte Cumhuriyetin simge kenti oldu.  

Türk toplumu olarak genelde fetihleri kutlayıp işgalden kurtuluşu es geçiyoruz. Oysa fethi anlamlı kılan kurtuluştur. Yoksa fethedip kaybettiğin toprağın fethini kutlamıyorsun. Atina, Selanik, Sofya, Belgrat, Budapeşte, Musul, Bağdat… Muhtemelen 13 Kasım 1918’de düşman işgaline uğrayan İstanbul’un fethini de her 29 Mayıs’ta kutlayamayacaktık. Fethi de işgali de unutmamak gerek. Kurtuluşu da unutmamak gerektiği gibi. Bu bağlamda İzmir’in 15 Mayıs 1919’daki işgalini de 9 Eylül 1922’deki kurtuluşunu da unutmayalım.

Kentin kurtuluşunu ve yanışını Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı’nda şöyle anlatır:

Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik

ve Kayserili bir nefer

yanan şehrin kızıltısı içinden gelip

öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,

Güneyden Kuzeye,

Doğudan Batıya,

Türk halkıyla beraber

seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i”.

Mustafa Kemal Atatürk, “İzmir’i aldıktan sonra biraz dinlenirsiniz Paşam” diyen Halide Edip’e “Yunanlardan sonra daha birbirimizi yiyeceğiz!” yanıtını vermişti. Direnişin sembol kenti İzmir’in ve ülkenin kurtuluşu Gazi Paşa’ya, devrimleri yapabilecek imkanı, fırsatı ve gücü sağladı. Bu noktada Laik Demokratik Cumhuriyetin temellerinin İzmir’de atıldığını söylemek abartı olmayacaktır.