“En eksik kimse, kendini yetiştirme imkanı olduğu halde yetiştirmeyen kimsedir.”

                                                                                                             Mütenebbi

 

Türkler ilk anayurtlarında 751 yılındaki Talas Savaşı’nda Müslüman Araplar ile birleşerek Çin ordusunu mağlup edince Karluk Türkleri arasında Müslümanlık yayılmaya başladı. Lanse edildiği gibi istilaya uğrayıp yenilmiş bir millet olarak galibin dinini kılıç zoruyla kabul etmek zorunda kalmadılar. Galipliğin ortağı olarak kendi beğenileriyle İslamı benimsediler. Akabinde de Müslümanlık Türklerin doğal dini olarak Türk boyları arasında hızla yayıldı.( Gagauzlar gibi Hıristiyanlığı benimseyenler de olmuştu.) İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı devletini Karluk Yagbusu 840 yılında kurarken 879 yılında da Ahmet Tolun Mısır’da Türk Tolunoğulları devletini kurdu. Ali Tigin 977 de Gazne’de Müslüman Türk devletini tarih sahnesine çıkardı.  Gazneli Mahmud’un zamanı olan 999-1030 yıllarında en parlak zamanını yaşayan bir imparatorluk haline geldi. Gazneli Mahmud, Kuzey Hindistan’a on yedi sefer yaptı. Oğuzlar yani Selçuklular, Tuğrul ve Çağrı Beyler’in önderliğinde Gazneli Mahmud’a karşı 1040 yılında Dandanakan’ da kazandıkları zaferden sonra 1055 yılında Bağdat’a girerek Abbasi halifesini korumaları altına aldılar. 

1071 yılında ise Malazgirt Meydan Muharebesi zaferiyle Anadolu’nun kapıları ardına kadar Türklere açıldı. 1157 de Selçuklu İmparatorluğu parçalandı, yerine bölgelere göre Selçuklu Beylikleri kuruldu. Yirmi kadar Anadolu beyliği içinden Eskişehir bölgesinde bulunan küçük Osmanlı Beyliği bütün beylikleri yönetimi altına aldı ve altı yüz yıl sürecek upuzun bir dünya imparatorluğunu kurarak dünyaya da çağ değiştirtti.

 Biz bu imparatorluğun istesek de istemesek de varisiyiz. Tarihte de denmiştir, şimdi de denmektedir.”Türk, demek Müslüman, demektir. Müslüman demek; Türk demektir.”deyimi hala zihinlerdedir. Yine İslam dünyasının düşünen beyinlerindeki ortak kanı,  İslam dünyası Türkiye üzerinden kalkınacaktır,  kanısıdır. Türkü İslamsız, İslam’ı da Türksüz düşünmek Türkiye’yi içinden parçalamaktır. Milletin özü bin küsur yıllık süre içinde yoğrulduğu İslam ile özdeşleşmiştir. Milleti oluşturan beş unsur vardır: bunlar da din, dil, bayrak, vatan ve ülkü birliğidir.

1774 yılına kadar Dünyanın en büyük devleti olan Osmanlı İmparatorluğunu üç sınıf yönetiyordu. Kalemiye (Siyasi ve idari bürokrasi), Askeriye ve Ulema(medrese). Bu üçü düşünce birliği yaparak hep beraber karar alıp uyguluyorlardı. Yanlışta da doğruda da ortak sorumlu idiler. Başarısızlıkta hiç bir sınıf suçu ötekinin üzerine atamazdı. Ancak; devlet yani kalemiye ile askeriye 1774 yılında ulema sınıfına karşı cephe aldı; medresenin dışında modern mühendislik okulları açmaya başladı; ulema sınıfını da geri plana atarak işlevsiz bıraktı. Medreseyi modernleştirmeyi hiç mi ama hiç düşünmedi. Avrupa’nın gerçek amacı da zaten buydu. Devleti ulemayla karşı karşıya getirip millette ve yönetimde bir çatlaklık yaratmaktı. Bu çaba, sonuç verdi, başarılı oldu. İmparatorluğun gerilemesinin suçu tamamen ulema sınıfına yüklendi. Bütün yanlışlardan ulema yani medrese, sorumlu tutuldu. O zaman ulema demek; medrese hatta din, demekti. Devlet ulemaya ve medreseye karşı cephe alınca, otomatik olarak millete de dine de cephe almış oldu. Millete bu cephe alış bugün medresenin yerine geçen öğretime, okul ve üniversiteye karşı hala sürmektedir. Günümüzde bile bazı parti genel başkanları hala devletle milleti barıştırma sözlerini konuşmalarının arasına propaganda amacıyla sıkıştırmaktadırlar. Ancak hiç biri bunu nasıl yapılıp başarılacağı üzerinde düşünme ihtiyacı duymamaktadır.

Devletin yalnız dine ve dolayısı ile millete karşı olduğunu değil, müspet bilime, psikolojiye mantığa ve felsefeye de karşı olduğunu hep birlikte görmekte ve izlemekteyiz.

İşte sorun, devletin hem dine hem millete hem de bilime karşı olmasının nasıl çözümleneceğidir. Yalnız şunu hep birlikte bilmeliyiz ki: Dine karşı olan dış devletler ve iç devlet dışında bilime karşı olan sınıflar vardır:  Millet, bilime karşıdır; bürokrasi, siyasetçi ve hükümet de üniversiteye karşıdır. Bu sözlerime itiraz edecek olanlar, aslında gerçekten karşı olanlardır. Suçlarını örtmek içinde itiraz, iftira ve itham etmeye sığınırlar. Bilimden yana olduklarını ağızlarıyla söyleyebilirler. Biz onların söylediklerine değil, yaptıklarına bakıyoruz. Bir söz, dışarıdaki olguya, olaya uymaz ise bilim ona yanlış, yalan diyor. Bilim, onlar sözleri ile işlerini denetlesinler, diyor. Biz ayrıca vicdanlarına da sorsunlar, demeliyiz.

Önderleri eksik nitelikli olunca sizce millet yetişir mi? Türkiye’yi idare eden teknik kişilerin Türk kültürüyle ilgili bilgileri maalesef lise düzeyinde bile değildir; çünkü onlar ya yabancı okullarda ya da yabancı dillerde tahsil görmüş ya da liselerinin imam hatip bölümlerinden mezun olmuşlardır. Bu gördükleri iki tür eğitim de Türk kültürünün ve Türk milletinin hassasiyetini kavramaktan yoksundur. İşte Türkiye’nin bugün yalnız ekonomisini değil her şeyini dibe çökerten bu iki türden kadrolardır. Bunların alnı secdeye değeni ile değmeyeni arasında inanın hiç mi hiç fark yoktur. Bunlar 4+4+4 çıkarıp uygulamaya koysa ne yazar! Ne yapabilirler! Çağdaşlığı yakalayabilirler mi? Hiç sanmam. Ülkemizdeki bugünkü mevcut atmosfer ve ruh durumu halka ve yüksek yöneticilere bir şey anlatmıyorsa, ne kadar kötü bir talih ve kader, demekten başka ne yapılabilir!

Çözüm dinde de, bilimde de reformdur. Her ikisini de yapacak özgür düşüncedir. Bizim Projemiz ‘’Özgür düşünceyi nasıl öğretmeliyiz?’’ Düşünmenin başı soru sormak, sorgulamaktır. Kimi? Herkesi. İş yapanı, yapmayanı, konuşanı, konuşmayanı…

Türkiye’de ne tüccarın, ne diyanetin ne iktisadın ne ahlakın ve ne de üniversitelerin ıslahı asırlardan beri gerçekleşememiştir. Çünkü alternatif fikir üretmek dinen haram, kanunen yasak, siyaseten vatan hainliği, idarece de isyan sayılmaktadır. Böyle bir memlekette bundan başka nasıl olabilir ki! Aslında, düşünce hürriyeti tam anlamıyla işlese, kendi kendini kontrol eder. Türk toplumunda Allah korkusu, kanun korkusu olmadığı gibi kamu vicdanı da yok. Bu üç korkunun yokluğu iman eksikliğinden doğuyor. Dincisinin de, deistinin de,  ateistinin de sözlüğünde gerçek iman kelimesi olmadığı gibi zihninde de sorumluluk kavramı ve bilinci bulunmamaktadır. İnsanın kişiliği, benliği ancak gerçek vicdan kavramı ve sorumluluk bilinci ile oluşur. Kişi her neye inanırsa inansın;  ama mutlaka inansın ve sorumlu olsun. İnanç sorumluluğun kaynağı; sorumluluk inancın doğal sonucudur. En önemli ilke, insana kendini öğretmek ve kendini öğrenmesini, bilmesini tavsiye etmektir. Çünkü devrim, kişiden yani bireyin ilk önce kendisinden başlar.

Bizler, bu ülkeyi sevenler, ne yapmalıyız? 

Önce durum tespiti yapılmalı, sonra sebepler araştırılmalı en sonunda da bundan kurtulmanın nasıl olacağının yöntemleri üzerinde düşünülmelidir. 

Durum nedir ve niçin bu duruma düşülmüştür? Türkiye’nin bir dünya imparatorluğu düzeyinden bugünkü dayanılmaz acıklı duruma düşmesinin nedeni nedir? Bu sorun tam bir objektiflik içinde ve samimiyetle incelenip, doğru çözümleri ortaya konarak; ciddi, samimi, yepyeni bir zihniyetle uygulanmaya konmadıkça Türkiye’nin durumunun iyileşmesi fiziki, sosyal ve ahlaki bütün kuramlara aykırıdır. Bunun birinci kanıtı, yukarıda başından sonuna kadar net bir şekilde anlattığım 1774 yılından günümüze uygulanan başarısız, beceriksiz, gayri nizami eğitimler, zihniyetler ve davranışlardır.

4+4+4 ün yerine ne,  niçin ve neden yapılmalıdır?

1869 yılından bu yana Almanya ve Japonya üç defa kalkındı. 2012 dünya medeniyetinde dünyanın en üst düzeydeki devletleriyle eşit söz sahibi olarak artık dünyayı ortaklaşa yönetiyorlar. Bu duruma nasıl geldiler? Onlar her şeyden önce ülkelerinde yüksek lisans üniversitelerini kurmuşlardı. Ve bu üniversitelerinde de üç tane önemli fakülteleri vardı. Bu fakültelerden üst düzey düşünür, filozof ve bilim adamı yetiştirmişler ve ülkelerinin her tarafında kullanmışlardır. Ayrıca devlet olarak herkese eğitim, eğitimde de fırsat eşitliği sağladılar. Sivil toplum örgütlerine de ilim ve eğitim yapma ve yayma hürriyetini verdiler. Onların başarıları da ortada, bizim bugünkü durumumuz da ortada!

Günümüzün indigo ve kristal doğan çocuklarına bu birinci boyuttaki eğitimi dayatmak adeta cinayet işlemektir.

Yazıyı yorumsuz olarak en az birkaç kez okuyun ve düşünün. Öne sürdüğümüz düşünceler güzel yarınlara ulaşmak için uygulanmaya değmez mi?

Işık ve sevgiyle kalın!